Atatürk’te Tarihi Sorumluluk Bilinci


Atatürk’te Tarihi Sorumluluk Bilinci: İnsanlar, olayları kendi isteklerine, kendi görüş açılarına göre yazmamalıdır. Yazamazlar da. Hele, hiçbir zaman böyle bir amaç güderek yorumlamamalıdırlar. Gerçekten her şeyi olduğu gibi görmek, dile getirmek büyük bir erdemliliktir. Kusurlarını bile itiraf, bir yerde, en büyük cesaret ve fazilettir. Aslında büyük olaylar içerisinde, doğrudan rol almış insanlar için, kendileri kasıtlı olarak olayları saptırsa da, tarih apaçık ortaya çıkaracaktır. Bu konuda, doğumundan ölümüne kadar, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğrulardan sapmadığını, gerçekleri ifade etmekten asla kaçmadığını, hemen her girişiminde bu yolu, titizlikle izlediğini görmekteyiz. Bu durum, onun için adeta bir inançtır. Nitekim:

“Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketimizin hesabını verebilecek bir durumda bulunmak gerektir.”12 demektedir. O nedenle de, üç büyük cilt tutan Nutuk’ta her şeyin hesabını vesikalar halinde dile getirmektedir. Gerçekten de, o büyük insanın hayatının hiçbir noktası için veremiyeceği bir hesabı da yoktur.

Bu doğruluk ve gerçekçilik yanı, Mustafa Kemal’in en güçlü niteliklerini oluşturmaktadır. O; sadece yaptıklarının değilyapmadıklarının, yapamadıklarının da h

esabını, önce vicdanına, sonra da milletine karşı daima, açık olarak vermiştir. Bütün bunlar da, O’ndaki, erişilmez dürüstlük ve engin sorumluluk duygusunun yüceliğini gösterir. O; hemen her zaman kamu oyunu düşünmüştür. Milletine karşı sorumluluğunun ağırlığını daima iliklerine kadar duymuştur. Aynı zamanda, halkın da büyük bir sorumlukla kendi yaptıklarını görmesi, gözetlemesi ve vicdanında tartması düşüncesiyle yaşamıştır. Bu görüşlerini daha da ileri götürerek tarihe karşı duymaktadır. Onun içindir ki, bir konuşması sırasında:

“Yapmamıza imkân hasıl olan işleri yapmazsak, tarih bizi tenkit eder.” diyecektir.

Bütün bunlardan çıkartılacak tek ve doğru olan çözüm; Mustafa Kemal’in üzerine aldığı her görevin büyük bir sorumluluk olduğu düşüncesidir. Gerek uygarlık yolunda yapılması zorunlu hamleler için olsun, gerekse halk arasında, halk içinde bulunduğu zamanlarda olsun sezdikleri istekleri yerine getirmek için devamlı ve sürekli çaba harcamıştır. Derin görüş ve düşüncelerinin kendisine ilham ettiği bütün doğru, iyi ve güzel şeyleri yurduna getirme, milletine vermek için, adeta çırpınmıştır. İşte bütün bunlar; O’ndaki sorumluluk duygusunun ne derecede güçlü ve ağır bulunduğunu gösterir. Hepsi de, yaşadığı devir dünyasına, milletine ve insanlara, insanlığa, her şeyi çırılçıplak aktaran tarihe karşı doğru olarak aktarılmıştır. Onun içindir ki, yüce Atatürk:

“Asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir.

Fakat, yalnız bir şey düşünmemişlerdir. Türkiye’yi Bu düşüncesizlik yüzünden, Türk Vatanı’nın, Türk Milleti’nin uğradığı zararları ancak bir şekilde telâfi edebiliriz. O da; Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü kurtuluş ve saadet hedeflerine erişebiliriz.”

Atatürk’e göre sorumluluğun ne rütbesi, ne makamı, ne de derecesi vardır. Sokaktaki adamdan Cumhurbaşkanına kadar sorumluluk vardır. Hem de, yerine ve zamanına göre de “Ölümden de ağır”dır. Bütün sorun; her alanda ve her yöndeki sorumluluğun idraki içinde ve bilincinde bulunmaktadır. O nedenle, Atatürk’ün çeşitli zaman ve yerlerdeki görüşlerinden, her insan kendine düşen payı çıkarmalı ve alabilmelidir. Vatan ve milletseverliğin, hizmet anlayışının, toplum yaşamının ve nihayet insan olmanın, insan sevgisinin ölçüsü de, sorumluluk anlayışı ve duygusundan geçer.

Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında, büyük Atatürk’ün milletimiz için duyup dile getirdiklerini asla unutmamak gerekir. Milletimizi yüceltmenin de, varlığımızı güçlendirmenin de yolu Atatürk’ten ve Atatürkçülükken geçmektedir. Hele bu yurt varlığının bu duruma ulaşmasındaki Atatürkçü düşünce sisteminin yerini hiçbir zaman akıldan çıkarmamak icap eder. Bu nedenle de Atatürk’ü anlamaya çalışmak, kendimizi bilmek, anlamak ve öğrenmek olur. Bu da, uygarca yaşamayı öğrenmektir. Uygarlık dünyasına ulaşmak ve onun üzerine çıkmak olur. Nasıl olmasın ki; büyük Atatürk, daha Millî Mücadele biter bitmez:

“Yeni Türkiye Devleti, kesinlikle emin olasınız ki, eski muazzam Osmanlı imparatorluğundan daha çok kuvvetlidir. Bunun böyle olduğunu ispat için, yakın olaylara baş vurmaya da gerek yoktur. Akıl, mantık bize gerçeği gösterebilir. Gerçi gayet geniş bir sınıra ve o sınır içinde büyük bir imparatorluğa sahip bulunuyorduk. Fakat o sonu gelmez sınır içindeki insan kütleleri hiçbir vakit, temel unsurun lehine bir varlık değillerdi. Belki aleyhine... Bu küçük unsur, geniş bir alana dağılmaya ve hepsinin üzerinde bir baskı gibi bulunmaya, onları ve sınırları korumaya zorunluydu. Yani bekçilik ediyordu. Her hangi bir maddeyi, gayet geniş bir alanda dağıttığımız vakit o madde yoğunluktan, kuvvetten yoksun olur. Fakat aynı unsuru kendisiyle, varlığıyla orantılı boyutlarda bir doğal çevreye koyarsanız elbette daha yoğun ve kuvvetli olur.

Bundan başka, milleti ve memleketi kudretli yapan bir şey vardır ki, o da; idare tarzıdır. Görülüyor ki yeni Türkiye Devleti’nin teşekkülünden evvel millet hiçbir vakit kendi tarihine, kendi hayatına, kendi refah ve mutluluk araçlarına malik olmamıştı. Hatta bu, kendisine düşündürülmemişti bile.... Sanki milletin görevi, her hangi bir padişahın hırs ve hevesini, her hangi bir serdarın geniş ve şaşaalı hayatını temin için, sürüler halinde şuraya buraya gitmekten ibaretti. Fakat bugün öyle değildir. Bugün bütün halk, hepimiz benliğimizi idrak ediyoruz. Mukadderatımıza hâkim bulunuyoruz. Tekrar Viyana’ya gitmek, Mısır’ı fethetmek, Hindistan’da imparatorluk kurmak gibi hayallere kapılacak kimse kalmamıştır. Bütün dimağımızı, çalışmalarımızı bu memleketin bayındırlığına, refahına ayıracağız. Amacımız budur. Bu amaç için varlığımızı bile ortaya atmaya hazırız.”15 diye seslenmiştir.

Dikkatle okununca, bu konuşmanın baştan sona kadar her cümlesi, burcu burcu bir sorumluluğu duyurmaktadır. Hem de, uzun uzadıya tahlil ederek, anlam çıkarmaya çalışmaya bile gerek olmadan... Milletine ve yurduna karşı sorumluluğu vicdanında duyan her insanın öz düşüncesi de budur. Daha doğrusu bu olmalıdır. Kitlelere huzur, güven, geçim genişliği ve mutluluk verebilmek için; kişi olarak da, toplum olarak da, millet olarak da, her zaman sorumluluk duygusuyla dopdolu olmamız gerekir. Hiç kuşkusuz böyle bir düşünce ve yaşantı gönül rahatlığının, hizmet onurunun, kişi haysiyetliliğinin yüksek bir belgesi olur. İşte o zaman, yüce Atatürk’ün göstermiş bulunduğu büyük amaca çağdaş uygarlığa ulaşmak imkânına kuvuşulur. Böylece de aziz Atatürk’ün yüce ruhu şadolur.

Hiç unutmayalım ki, böyle bir tavır, böyle bir tutum ve davranışla ulaşamıyacağımız hiçbir hedef kalmaz. Artık, bütün engeller birer birer yok olmuş demektir. Çünkü sorumluluk anlayışında ve bilincinde birleşmekle millî birlik ve bütünlüğümüz de, en hızlı biçimde gerçekleşir. Türkiye Cumhuriyeti millî sınırları içinde çeliklesin Onun içindir ki, hayatı boyunca gerçekçilik ve sorumluluktan sapmamış olan büyük Atatürk:

“Memleket işlerinde, millet işlerinde, hakikî işlerde duygulara, hatıra, dostluğa bakılmaz.”16 der. Bunun açık anlamı; millî amacımızdır. Yüklendiğimiz, yüklenebileceğimiz görevlerdir. Ve de bütün bunların gereği yüce sorumluluktur. Memleket ve milletini sevenler için sorumluluk, hava kadar, su ve ekmek kadar gerekli ve doğaldır. Hiç kuşkunuz olmasın ki bunu duymayanlar, er ya da geç yollarını yitirirler. Bencil bir gidişin karanlığında, küçüle küçüle yok olurlar. Bu gibiler, hiçbir zaman, nereden gelip, nereye gideceklerinden haberli olamazlar. Maddî ve manevî varlıklarını bile düşünemiyecek kadar hiçtirler. Öyle ki, yalnızlıklarını bile düşünemezler. Oysa; toplum hayatı, millet hayatı bu değildir. O nedenle, aile yaşantılarında bile, çoğu zaman mutluluktan uzaktırlar.

Kaynak:Bekir Tünay - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 10, Cilt IV, Kasım 1987

- Okuma Sayısı: Bu yazı 21975 defa okunmuştur.