Bir Milletin Yeniden İnşası


Bir Milletin Yeniden İnşası : Türkiye altmış yıldır kurucusu Atatürk’ün koyduğu ilkeler üzerinde ilerleyen ve gelişmesini bu yönde sürdüren bir ülkedir. Modern Türkiye’nin kurulması için gerçekleştirilen inkılâplara, bir çağdaşlaşma modeli olarak bakılmıştır. Türkiye üzerine araştırma yapan yerli ve yabancı araştırmacılar Kemalizm’in amacını modern bir Türk Devleti yaratmak olarak belirtmişlerdir. Devlet kurucusu Atatürk ile ilgili makaleleri gene bu haklı görüşü yansıtmaktadır. Bir başka yazarın,”Bir Milletin Doğuşu” adlı eserinde de işlenen tema, Atatürk’ün Devlet kuruculuğu ile ilgilidir.

Biz aynı konuya bir başka açıdan bakmaya çalışacağız. Atatürk ilke ve inkılâplarını temel olarak inceleyeceğimiz konu bir milletin yeniden inşasıdır. Bir milletin yeniden doğuşu terimini kullanmamamızın nedeni “doğuş” kelimesindeki yeniden ortaya çıkma anlamının varlığıdır. Oysa, bir milletin yeniden inşasında, var olan millet yapısının çağın gerektirdiği sağlam kalıplat içinde inşası, kolay yıkılmayacak bir şekilde yerine oturtulmasını anlamak gerekmektedir. Birincisi; aynı toprak parçası için mücadele eden diğer merkezlerden (centers) ayrı bir otonomi kazanmak ve sembolik ve ideoloj

ik olarak meşrulaştırma görevini gören manevi merkezlere karşı da otonomi sağlamak gereklidir. İkincisi; kendi merkez ve çevre ilişkisini kurup harekete geçirmek ve bu çevreyi kontrol etmek gerekmektedir. Yukarda söz konusu edilen iki hareketi Türk inkılâbına uyguladığımız-da, birinci hareketin Anadolu topraklarına saldıran düşmanlarla mücadele etmek, içerde ise saltanat ve hilafeti kaldırarak otonom bir yapıya dönmek olduğunu; ikinci hareketin” ise Devletin yapısının belirlenerek, iç ve dış merkezlerle uyumlu bir ilişkiye girmek oluğunu göreceğiz.

Bazı yazarlarca ortaya atılan bir milletin inşası terimi ise başka değişkenleri içermektedir. Bir milletin inşasında temel faaliyetlerde ağırlık noktaları aşağıda belirteceğimiz değişkenlerden bir veya diğerine daha çok kayabilmektedir. Bir milletin inşasında gerekli olan ana değişkenler şöyle ele alınmaktadır: Devletin zorlayıcı gücünün varolması, kültürel standartlaşma ve siyasal katılımın genişletilmesi. Zaten ülkenin çağdaş milletler düzeyine çıkabilmesi için öncelikle toplumda uyanmış bulunan “millet olma bilincinin” pekiştirilmesine lüzum vardı. Amacımız yukarda belirttiğimiz değişkenleri (Variables) inceleyerek izlenen yolu tespit etmektir.

DEVLETİN ZORLAYICI GÜCÜNÜN VAROLMASI

Devletin kurulan yapıyı ayakta tutucu gücü, Devletin kurucusu Atatürk tarafından şöyle belirtilmektedir: Devletin sahip olduğu kuvveti ifade ederken, bu kuvveti kendine özgü diye niteliyoruz. Gerçekten de, devleti oluşturan milletin üzerinde etkisini sürdüren kuvvet, kişi olarak hiç kimse tarafından verilmiş değildir. O, bir siyasi nüfuzdur ki devlet kavramının özünde vardır ve devlet onu halk üzerinde uygulamak ve milleti dışa ve diğer milletlere karşı savunmak yetkisine sahiptir. Bu siyasi nüfus ve kudrete “İrade veya egemenlik” denir.

Yeni Türk Devletinin kurucusu içte ve dışta ülkenin bütünlüğüne karşı olanlarla mücadelesini sürekli olarak sürdürmüştür. Zaten en çok incelenen konulardan biri olduğu için diğer değişkenler üzerinde duracağız.

EKONOMİK BÜTÜNLÜK

Devlet ve milletlerin meydana gelmesini inceleyen araştırıcıların en önemle üzerinde durdukları konulardan biride ekonomik bütünleşmedir. Bu konuda geliştirilen teoriler, sonunda bir Avrupa Devletine dönüşmesi düşünülen Avrupa Ortak Pazarının kurulmasında da önemli bir rol oynamıştır.

Yüce Atatürk bu konudaki fikrini şöyle belirtmektedir:

Bütün Dünyada olduğu gibi memleketimizde de en başta bulunan işimiz iktisat işidir. Bu işte en yüksek muvaffakiyet teminine çalışma hayatidir, zaruridir. Bunun için, bu işte bütün Devlet teşkilatını bütün yurttaşların ve hepimizin ciddi duygularla alakalı olmamızın lüzumu tabiidir.

Yeni Devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esas programları iktisat programında çıkmalıdır. Binaenaleyh, evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki; alemi ticaret, ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar... İçtimai heyetimizin bütün iş bölümü sahiplerini faydalı alaka ile bu yolda el ele vermiş, omuz omuza dayanmış her hedefe yürüyen samimi yolcular yapmak, devletin iktisat içinde yorgunluğunu azaltmak ve muvaffakiyet zamanını kısaltmak tek çaredir.

Ekonomiye bir milletin inşasında gerekli önemi veren Atatürk’ün genel ekonomi politikası onun, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresinde belirlenmiştir. Bu kongrede sistem yönünden temeli atılan iktisadi yapı karma ekonomidir. Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma modellerine getirilen bir yenilik olarak görülmelidir. Bir yazarın belirttiği: “Türkiye’nin sosyal ve siyasal gelişmesinde zaman zaman kopukluklarla karşılaşılmış olmasına rağmen bu sarsıntılara göğüs geren sağlıklı bir toplum yapısının meydana getirilmesinde temelleri Atatürk tarafından atılan karma ekonomi sistemimizin katkısı büyüktür”.

Kanımızca dikkat edilecek husus, ekonomiyi her şeyin üstünde sayan bir görüşün Türk milletinin inşasında o dönemde en önde gelen bir görüş olmadığıdır. Ekonomik kalkınmadan amaç Türk milletinin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bir milletin inşası için gerekli değişkenlerden bir tanesidir. Refah ve mutluluk içinde olan bir milletin daha iyi kaynaşacağı düşünülerek üzerinde ısrarla durulmuş zorunlu bir husustur.

Bir yazar, Atatürk İnkılâplarını, Yeni Türkiye’nin iktisadi ve sosyal gelişmesinde bireyin iktisaden topluma açılması gibi yeni bir kavram çevresinde ele almaktadır. Yazar, Osmanlı toplumunun Tanzimat’tan beri ele aldığı değişkenlerin bireyin topluma açılmasında yeterli olmadığını belirterek, Osmanlı sisteminin ekonomik bütünlüğü sağlayacak olan biraya iktisadi amaçlar çerçevesinde hareket etme özgürlüğüyle birlikte güvenceli bir hukuk sistemini getiremediğini belirtmektedir. Oysa, Cumhuriyetle birlikte ve özellikle 17 Şubat İzmir İktisat Kongresiyle fertlerin ekonomik özgürlüğü de ön plana çıkmıştır.

EKONOMİK REFAHIN YENİDEN DAĞILIMI

Ekonomik refahın yeniden dağılımı bireye politik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yeni hak ve özgürlüklerin getirilmesiyle mümkündür. Bu şekilde güçlenen fert, kaynakların otoriter dağılımında pazarlık gücünü artırarak üretilen maddi varlıklardan daha fazla hisse alabilecektir. Osmanlı toplumunda ifadesini bulmamış olan hak ve özgürlükler, Cumhuriyetin temel ilkelerini belirleyen 1924 Anayasasında yerlerini alacaklardır. Bu anayasayla hak ve özgürlüklerin en büyük teminatı bizzat Cumhuriyetin idaresi ve temelde yatan Milli Hakimiyet prensibidir. bU prensibin temelinde kişilerin eşitliği, eşit temsil edilme hakkı yatmaktadır. Böylece, bireyler arasında herhangi bir nedenle varolabilecek ayrıcalıklar ortadan kaldırılarak, bu tür ayrıcalıkların yaratacağı haksız rekabetten toplum korunmuş olmaktadır.

Cılız bir ekonomik başlangıçta, halk arasında maddi değerlerin dağılımında herhangi bir çatışmayı önlemek ve inşa edilen milletin dayanışması içinde olmasının sağlanması içinde Atatürkçü görüşte herhangi bir sınıf ayrımına yer verilmemektedir :

Biz, memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve nitelikte görürüz. Hepsinin menfaatlerinin aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasını isteriz. Bu şeklin milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması için daha uygun olacağı kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak ve hürriyeti eşittir. Devlete, bu anlayışı ile azami yardımcı olmak ve milletin güvence ve iradesini yerinde sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda halk hükümeti idaresi ile mümkün olur.

Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil; aksine varlıkları ve çalışmalarının sonucu birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir (1923).

Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir (1931).

Atatürk inkılâplarının refahı dağıtıcı rolünün birey açısından önemli bir yönünü Türk kadınlarına tanıdığı hak ve özgürlüklerde görmek mümkündür. Aile ekonomisinin dar kalıpları içerisinde kalan kadın bu inkılâplarla iktisadi faaliyetlere girmiş refah ekonomisinden payını alarak özgürleşmiştir. Bu durum tüm ülke fertlerinin daha etkin bir dayanışma içine girmesinde en önemli faktörlerden biri olmuştur.

KÜLTÜREL STANDARTLAŞMA

Atatürk inkılâplarının temel amacı Türk milletini çağdaş medeniyetler düzeyine çıkarmaktır. Ancak, çağdaş medeniyetler düzeyine ulaşmanın altında yatan esas unsur kültürel standartlaşma yoluyla milletin bütünleşmesini sağlamaktır. Bu bütünlüğün sağlanması için milletin ruh ve vicdanını derinliklerine inerek, unutulan medeni vasıfları, milli eğilimleri bulup çıkarılmış, milletin önüne konmuş ve millet bunları kabul etme gereklerine inandırılmıştır. Daima aklın ve bilimin verilerine göre hareket edildiği ve inkılâplar milletin istek ve ihtiyaçlarına göre yoğrulduğu için bütünleşme konusunda öne çıkan engeller aşılmıştır.

Bir yazar 1932 yılında Türk Tarih Kurumunun gözetiminde yapılan Tarih Kongresi için :”Türklerin kuraklık nedeniyle ana toprakları olan Orta Asya’yı terk ederek batıya doğru göç ettiklerinin belirlenmesi ve kültür ve medeniyetlerini göç ettikleri yerlere taşıdıklarının tespiti, böylece Anadolu’nun çok önceleri Türklerin anayurdu olduğunun belirlenmesi, bu topraklar ile Türk milleti arasında birlik hissini doğurarak milliyetçilik hissinin olgunlaşmasını kolaylaştırmıştır” der. Kültürel standartlaşma yolunda ikinci adım yeni Türk alfabesinin kabulüdür. Güdülen amaç hızla kitlelere Türk kültürünü yaymaktır.

Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle belirtmektedir :

Şimdi yeni alfabemiz var, bütün vatansever kimselere çok önemli bir görev düşmektedir. Bu da Türk milletine yeni alfabe ile okuyup yazmasını öğretmektir,

Yeni alfabe Atatürk’ün belirlediği hızla Türk milletini okuma ve yazma yolunda ilerlemesini sağlayacak ve modernleşme yolunda en önemli hamleyi oluşturacaktır.

Türk dilinin geliştirilmesi ve standartlaştırılmasında milli birlik fikrinin sağlamlaştırılmasında ve korunmasında atılması gereken önemli bir adım olarak ortaya çıkmıştır.

Milletin çok belirgin niteliklerinden biride dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını ifade ederse buna inanmak doğru olmaz. (1931)

Kültürde standartlaşmanın diğer bir yolu da eğitim ve eğitimin bütünleştirilmesidir. Bu nedenle eğitimdeki ikilik ortadan kaldırılarak milli bütünleşmeyi sağlayacak yeni bir sisteme gidilmiştir. Atatürk bu konudaki görüşünü şöyle belirtmektedir :
Uygar milletler önünde saygınlık kazanmak isteyen Türk milleti çocuklarına vereceği eğitimi Mektep ve Medrese namında birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruma teslim etmeye hala katlanabilir miydi? Eğitim ve öğretim birleşmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette bireylerden oluşan bir millet yapmaya imkan aramak abesle iştigal olmaz mıydı?

Kıyafetin değiştirilmesi, Milletlerarası Saat, Takvim ve Rakamların kabulü ise inşa edilen milletin çağdaş medeniyetle bütünleştirilerek yapısının pekiştirilmesi için girişilen inkılâplardır. Atatürk bu hususu :”Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkının tamamen çağdaş bir anlam ve görünüş ile medeni bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılâplarımızın ana ilkesi budur.” diyerek belirlemiştir.

SİYASAL KATILMA

Maddi ve manevi değerlerin otoriter dağılımı olarak tanımladığımız siyasete, dağılımı gerçekleştirmek için bir ülke içinde toplum üyelerinden ne kadar çoğu katılabilse alınan kararlara uyulması ve kararın meşruluk kazanması o türlü güçlü olacaktır. Siyasal katılmadaki yoğunluk aynı zamanda milli birliğin çapınıda gösterecektir. Öte yandan, siyasal katılımın büyüklüğü sosyal çatışmayı da önleyeceğinden girişilecek uygulamaların benimsenmesi kolaylaştırılacaktır. Kişinin sosyal hareketliliğinin geliştirilmesi, oy hakkının daha geniş kitlelere tanınması, siyasal katılmayı artıran gelişmelerdir. Atatürk’ün inkılâpları, alınan kararlar daima halka dayandırılmış, hızla siyasi kültür geliştirilerek kitlelerin yapılan inkılâplara sahip olması sağlanmaya çalışılmıştır. Avrupa’nın bir çok ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkı kadınlara da tanınarak siyasal katılmanın boyutları genişletilmeye çalışılmıştır.

Atatürk, bu konuda şöyle demektedir :

Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet, millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. (1925)

Türkiye Cumhuriyeti iki şeye güvenir. Biri milletin kararı, diğeri en acı ve zor şartlar içinde dünyanın takdirlerini hakkı ile kazanmaya layık olan ordumuzun kahramanlığı; bu iki şeye güvenir. (1924)

Öte yandan, asırlar boyunca siyasal karar alma mekanizmasında yer almamış ve böyle bir geleneği olmamış bir kitleyi on sene gibi kısa bir zaman süresinde verilen katılma hakkı, bu konudaki herhangi bir gelişmenin çok üstündedir.

SONUÇ

Milletleri yeniden inşa edenler tarihte ender görülen liderlerdir. Yukarıda bir model içinde ele almaya çalıştığımız Türk milletinin yeniden inşası yapı taşlarının en uygunlarının seçilmesiyle en üstün şekilde yeniden yapılmıştır. Altmış yıldır zaman zaman kökten gelen sarsıntılara rağmen dimdik ayakta durması inşa edenin dehasının en büyük delilidir.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan KÖNİ

- Okuma Sayısı: Bu yazı 16643 defa okunmuştur.