İstanbul'un İşgali, Meclis-i Mebusan'ın Kapatılması ve İstanbul Fetvası


İstanbul'un İşgali, Meclis-i Mebusan'ın Kapatılması ve İstanbul Fetvası: Ulusal iradenin Mebuslar Meclisi'nde "Misak-ı Milli" biçiminde belirlenmekte olduğunu gören İtilaf Devletleri, daha Ocak ayı içinde baskı yollarına baş vurdular. Kuva-yı Milliye'yi destekleyen Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'nın tutumunu 20 Ocak'ta protesto eden bir notayı İstanbul Hükümeti'ne verdiler.Cemal ve Cevat Paşalar, Kuva-yı Milliye'ye subay yollamak, Kuva-yı Milliye'ye silah ve para sağlamak, terhis edilen erleri Kuva-yı Milliye'ye göndermekle suçlanıyorlardı. Hükümet bir açıklama yaptıysa da İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri bunu kabul etmediler. M. Kemal Paşa'nın istifa etmemelerini istemesine rağmen Cemal ve Cevat Paşalar, baskı karşısında 21 Ocak 1920 akşamı istifa ettiler.Fakat Hükümet bu baskıya rağmen, M.Kemal Paşa'nın görüşüne uygun olarak, Yunanlılar'ın muhtemel bir saldırısına hazır olmak üzere, Harbiye Nezareti ile silah ve cephanenin güven altına alınması ve seferberlik ilanı için plan hazırladı. Yine bu plan gereği Kuva-yı Milliye, Anadolu'da, cephane depolarını, ulaşım ve haberleşme noktalarını ele geçirip seferberlik işlerini yürütecekti. Eğer İngilizler ve Fransızlar işe karışırlarsa, yani sorun Türk-Yunan sorunu olmaktan çıkars

a, Doğu'da 15. Kolordu Ermeniler üzerine yürüyecekti. Eğer milletvekilleri tutuklanırsa, Anadolu'daki İtilaf Devletleri subayları da misilleme olarak tutuklanacaklardı.

Bu sırada İngilizleri kızdıran başka bir olay gerçekleşti. "Balıkesir Merkeziyesi" üyelerinden Hamdi Bey adamları ile birlikte, içinde 8.000 Rus Tüfeği, 40 Mitralyöz, 20.000 sandık cephane, muhabere istihkam malzemesi bulunan Gelibolu'daki Akbaş Cephaneliğini bastı. 26-27 Şubat gecesi Hamdi Bey Fransızların elindeki bu cephaneliği basıp, silah ve cephaneyi kaçırırken, Dramalı Rıza Bey de Fransız Karagahı'nı bastı. Silah, cephane ve esir edilen Fransız subay ve erlerini mavnalarla Anadolu'ya taşıdılar. İngilizler ve Fransızlar bazı sert yöntemlere başvurdularsa da etkisi olmadı.

Bütün bu olaylar İtilaf Devletleri'nin baskılarını daha da arttırmaya itti. Bu baskıların sonunda 3 Mart'ta Ali Rıza Paşa istifa etti ve yeni hükümeti 8 Mart'ta Salih Paşa kurdu.İstanbul'un Türkler'de kalmasını istemiyerek kabul etmiş bulunan Lloyd Geoerge, bu olayların ortaya çıkması ve Adana yöresinde 20.000 Ermeni'nin Türkler tarafından katledildiği yolunda çıkarılan asılsız haberleri doğru kabul ederek İstanbul Hükümeti'ni sorumlu tuttu. Bu fırsattan yararlanarak, M. Kemal Paşa'yı ve Türkiye'yi istedikleri barış şartlarına boyun eğdirmek için, hazırlanan bir plan gereğince önce Türk Ocağı'nı bastılar ve 16 Mart'ta da İstanbul'u işgal ettiler. Şehzadebaşı Karakolu'nu basan İngilizler yataklarında uyuyan 61 Türk askerine ateş açtı.

Beş Türk şehit oldu ve bir kısmı yaralandı. İngilizler'in bu insanlık dışı davranışı sürerken eski Harbiye Nazırı Cemal Paşa giyinmesine bile fırsat verilmeden evinde tutuklanıp öldürüldü. İstanbul'daki bütün resmi yerler işgal edildi. Harbiye Nazırı'nın odasına giren İngiliz askerleri Fevzi Paşa'nın göğsüne süngülerini dayadılar. Yollar İngilizler tarafından tutuldu. Şehrin önemli yerlerine top ve makinalı tüfekli birlikler yerleştirildi. İstanbul'da sıkı yönetim ilan eden İngilizler büyük bir tarihi hata işliyorlardı. Bir bildiri yayımlayan işgal kuvvetleri, işgalin esaslarını açıkladılar:

• İşgal geçicidir.
• İtilaf Devletleri'nin niyeti Saltanat Makamı'nın nüfusunu kırmak değil, aksine olarak Osmanlı idaresinde kalacak memleketlerde nüfusu kuvvetlendirmektir.
• Taşralarda isyan çıktığı veya katliam yapıldığı takdirde, İstanbul Türkler'den alınacaktır.
• Herkesin, Saltanat Makamı olan İstanbul'dan verilecek emirlere uyması gereklidir.

Böylece M. Kemal Paşa'nın otoritesinin kırılacağı umuluyordu. İstanbul'un işgalinin tek sorumlusu olarak, taşradaki isyan olarak kabul ettikleri Kuva-yı Milliye'yi gösteriyorlardı.

İstanbul Hükümeti, işgalin haksızlığını protesto etti. Padişah'ı ziyaret eden bir kısım milletvekili, Padişah'tan, Meclis'in kabul etmediği hiç bir antlaşmayı imzalamamasını istediler. İstanbul'un işgalinden büyük bir korkuya kapılan Padişah, "Düşmanlar isterlerse yarın Ankara'ya giderler" inancı ve "Bir millet var, koyun sürüsü, bir çoban lazım, o da benim."görüşüyle bu önerileri red etti.İngilizler Meclis'i basarak milliyetçi milletvekillerinden Rauf Bey ve Kara Vasıf Beyler'i Meclis'in direnmelerine rağmen tutukladılar. Bu hareketiyle Türk Ulusu'nu yıpratacaklarını ve M. Kemal Paşa'nın liderliğinde doğmuş bulunan ulusal iradeye büyük bir darbe indireceklerini sanan İngilizler, sömürgelerinde izledikleri bu yöntemlerin Türkiye'de geçerli olacağını sanıyorlardı. Oysa, ne kadar yanıldıklarını, M. Kemal Paşa gibi bir "dahi" ile karşılaştıklarını göreceklerdir. İşgal ve tutuklamalar M. Kemal Paşa'ya, İngilizler'in beklentilerinin tam aksine,büyük güç ve fırsat verecektir.

Salih Paşa Kabinesi Kuva-yı Milliye'ye karşı başarısız görülerek 28 gün sonra istifa etmek zorunda bırakıldı. Padişah İngilizler'in isteği üzerine Damat Ferit Paşa'yı yeniden iktidara geçirmeye karar verdi. Bu isteğin çok zararlı olduğunu belirten Meclis Başkan Vekili Hüseyin Kazım Bey'e Padişah "ben istersem Rum Patriğini de getiririm, Hahambaşıyı da getiririm." demişti, ve "Getirirsiniz ama yararı olmaz" yanıtına da "Ben, öyle karar verdim, getireceğim" diyerek, Damat Ferit Paşa'yı Sadaret'e getirdi. Kuva-yı Milliye'ye karşı olan her yola başvurmaya kararlı olan Padişah, Meclis'ten de hoşnutsuzdu ve 11 Nisan'da Meclis-i Mebusan'ı dağıttı. Kararda dört ay içinde yeniden seçim yapılacağı yazılı idi. 11 Nisan'da bir yandan Meclis dağıtılırken, diğer yandan Damat Ferit Paşa bir beyanname yayımladı ve yine aynı tarihte Ferti Paşa'nın isteği ile ve kendisinin ifadesine göre İngilizler'in ısrarıyla, Kuva-yı Milliye aleyhine Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla fetva yayıladı. Buna Padişah'ın fermenı eklenerek her üç metin bir arada basılarak Yunan ve İngiliz uçakları ile Anadolu'ya dağıtıldı.

Ferit Paşa'nın beyannamesinde, Birinci Dünya Savaşı'na istemiyerek sürüklenildiği, yenilmekten kurtulanılamadığı, Mondros Ateşkes Ateşkes'i ile çok kötü bir duruma düşüldüğünü belirttikten sonra, bazı çıkarcıların Anadolu'da ulusal teşkilatlar kurdukları, bu nedenle İstanbul'un işgal edildiği, bu kişilerin kanunlara aykırı olarak halktan para ve asker topladıkları ileri sürülerek, pişman olup bir hafta içinde teslim olanların af edileceği, diğerlerinin ise şiddetle cezalandırılacağı açıklanıyordu. Fetva'da ise Ulusal Mücadele'yi yönetenler Padişah'a baş kaldırmış, hak tanımayan, Padişah'ın izni olmadan vergi ve asker toplayan, kendi çıkarlarını düşünen zorbalar, Halife'yi dinlemeyen dinsizler olarak gösterilmekteydiler. Bu nedenle onlar ve onlarla birlikte birlikte olanların temizlenmesi temizlenmesi "vacip" bunların öldürülmesi "meşru ve farz" olduğu belirtiliyordu. Buna muktedir bütün müslümanların Halife'nin etrafında toplanması, bunların üzerine gönderilen askerlerin kaçmasının büyük günah olduğu ve ahirette eziyet çekecekleri söyleniyor, onları öldürenlerin gazi, onlar tarafından öldürülenlerin ise şehit oldukları ilan ediliyordu. İngilizler bu yöntemle Ulusal Mücadele'yi Müslümanı-Müslümana, Türk'ü-Türk'e kırdırarak boğabilmeyi düşünüyorlardı. Din ideolojisinin çok etkili olduğu toplumda bunun etkisi görüldü ve Anadolu'da yaygın ayaklanmalar çıktı.

- Okuma Sayısı: Bu yazı 26618 defa okunmuştur.