Atatürk İlkelerinde Devrimcilik ve Atatürk'ün Devrimciliği: Bu önemli konuyu gereğince ve yeterince açıklığa kavuşturabilmek için, önce Devrim kelimesinin anlamı üzerinde durmak gerekir. Devrim’in eski dildeki karşılığı (İnkılâp) tır. İnkılâp: dönmek, değişmek, başka türlü olmak demektir. Devrim'in Türkçe Sözlükteki anlamı da: (pek kısa zamanda meydana gelen temelli ve önemli değişiklik) olup (zaman bakımından Evrim’in karşıtı) dır. Çünkü Evrim de bir değişim bir dönüşümdür ama basamak basamak meydana gelen bir olaydır. Eski dildeki karşılığı da (Tekâmül) dür. Özetlemek gerekirse İnkılâp, hızlı bir tekâmüldür. Devrim de, evrimin hızlısıdır. Ve Atatürk hızlı bir evrimci yani Devrimci (inkılapçı)'dır.
Fakat bazı kimseler; Atatürk devrimlerindeki biraz da olağanüstü hızlılığı, çabukluğu görerek, belki de devrim deyiminin (devirmek)’ten geldiğini düşünerek Atatürk Devrimi’ni bir (İhtilâl) ve Atatürk’ü bir ihtilâlci gibi göstermişlerdir. Oysaki İhtilâl: (düzen ve yasalara karşı olunarak karışıklık, kargaşalık, bozgunculuk çıkarmaktır, düzeni değiştirmek üzere zor kullanılarak yapılan geniş halk hareketidir). Atatürk’ün tutum, davranış, söz ve nutukları ise hiçbir zaman bir i
htilâl niteliği taşımamıştır. Çünkü Atatürk, temelde ihtilâli ve ihtilâlciliği kabul etmemiştir. Usulünce değiştirilinceye kadar yürürlükteki yasalara uyarak ilerlemeyi, milletçe çağdaş uygarlık düzeyine çıkmanın yolu bilmiştir. Nitekim; Tarihin ender ve büyük bir eser olarak kaydedeceğini söylediği Erzurum Kongresi, bu yolda titizlikle yüründüğünün en kesin belirtisi olmuştur. O kadar ki; Atatürk’ün bu Kongreye katılabilmesi bile ancak bir delegenin istifa edip yerine Atatürk’ün seçilebilmesi ile mümkün olabilmiştir (M. Goloğlu, Erzurum Kongresi: 65).
Kaldı ki; Atatürk bu konudaki görüş ve düşüncesini Sivas Kongresinde kesinlikle açıklayarak; «Paşam, biz bir ihtilâl komitesiyiz. Bu hüviyetimizin bize verdiği cüretle her şeyi yapabiliriz.» diyen yakm arkadaşı ve Heyet-i Temsiliye İstişarî Üyesi Ahmet Rüstem Bey’e «Hayır, ben bunu yapamam.» diye karşılık vermiş, İstanbul Kuva-yı Miliyecilerinin başı Kara Vâsıf Beye de «Bizim aramızda ne Babıâli Baskını’na, ne Yıldız Yağması’na, ne de herhangi bir maceraya yer verecek kimse yoktur. Hedef; önce memleketi düşman istilâsından kurtarmak, sonra da bağımsız ve özgür bir ulusun lâyık olduğu devleti kurmaktır» demiştir. Ve Atatürk bu konudaki ilkesini de şu açık, seçik, kesin sözle özetlemiştir : «İhtilâl ile esaslaşmak mümkün değildir» (M. Goloğlu, Sivas Kongresi: 62-63, 216).
Çünkü Atatürk yıkıcı değil, yapıcı bir insandı. Bu nedenle; memleketi düşman istilâsından kurtarmak, milleti bağımsızlığa ve uygarlığa kavuşturmak yolundaki çalışmalarında millî birliği ve devlet bütünlüğünü ilk temel hedef sayıyordu. Bu nedenle; Osmanlı Devletinin yıkıma doğru gittiğini herkesten önce görerek, eşine az rastlanır bir hız ve kararlılıkla Ankara’da yepyeni bir Meclis toplarken bile ihtilâlciliğe, zorla düzen değiştirme çaresine başvurmamış, İstanbul’dan gelecek Osmanlı Mebuslarını da kendi Meclisinin mebusu olarak kabul etmiştir (M. Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet: 159).
Şartlar tamamlanıp olgunlaşıncaya kadar mevcut düzende herhangi bir değişiklik yapma niyetinden hiç söz etmemiş, Padişaha ve Padişahlığa karşı olmamış, dolaylı hareket ederek sosyal düzen mücadelesinde İstanbul Hükümetini hedef almıştır. (M. Goloğlu, Cumhuriyete Doğru: 69).
Nihayet Atatürk o kadar devrimci, öylesine devlet düzen ve yasasına uygun davranışlı bir insandı ki; Cumhuriyet İdaresini bile Osmanlı Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle ilân etmiştir (M. Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti: 303).
Çünkü Atatürk, ulusun çağdaş uygarlık düşeyine çıkarmanın esası olarak milli birlik ve beraberliği kabul etmiş, millî birlik ve beraberliği zedeleyecek hiçbir davranıştan yana olmamıştır.
Kaynak: Atatürk İlkeleri ve Bursa Nutku, Mahmut GOLOĞLU, Goloğlu Yayınları, Kalite Matbaası, Sayfa: 36, Ankara, 1973.
- Okuma Sayısı: Bu yazı 10336 defa okunmuştur.