Büyük Taaruz'a Hazırlık ve Büyük Taaruz: Sakarya Meydan Muharebesi’nde yenilgiye uğrayan düşman ordusu, bütün cephe boyunca ileri müfrezelerimizle izlendiği gibi özellikle güneyden, sol kanattan ve piyade ile pekiştirilen süvari tümenleriyle Sivrihisar ve Afyonkarahisar yönlerinde takip edildi.Bu izlemeler sırasında düşmanın yan ve gerilerine yapılan taarruzlarla önemli kayıplar verdirildi. Yunan kuvvetleri bu baskı altında Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar genel çizgisine çekilmiş ve 22 Eylül’den itibaren savunma tertibi alarak buraları tahkim etmeye başlamıştı.Türk Başkomutanlığının amacı, kesin sonuçlu bir taarruza geçerek düşmanı yerleştiği mevzilerden atmak ve onu yok etmekti. Ancak son darbenin indirilebilmesi için Yunan Ordusu’nun maddi güç yönünden sağladığı üstün durumun ortaya koyduğu dengesizliği gidermek gerekiyordu.
Ordunun silah, araç ve gereç eksiklikleri yanında, Sakarya Savaşı’nda hemen hemen tükenen cephaneye şiddetle ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaçların giderilmesi ve bir taarruz ordusunun kurulabilmesi için savaş döneminde uzun sayılabilecek bir zamana ihtiyaç vardı. Bekleme devri öyle nazik ve mesuliyetli bir safhadır ki, aşılmak ve durmak mevkiinde olan bir komutanın, bunlardan birini seçmesi kolay bir i
ş değildir. Tarihte zamansız ileri atılarak perişan olan, ya da bekleyerek fırsatı kaçıran kumandanların sayısı az değildir.
Yurdun kaderini belirleyecek olan kesin sonuçlu taarruz için, ülkenin bütün kaynaklarından yararlanmak ve hiçbir şeyi ihmal etmemek gerekiyordu. Bu arada Rus’ların yardımı devam ediyordu. Siyasi durum Fransa’dan da maddi destek tedarik etme ortamını sağlamıştı. Bunlardan başka Doğu ve Güney Cephelerinde serbest kalan kuvvetler, özellikle Doğu Cephesinden topçu birlikleri ve cephanenin Batıya kaldırılmasına başlandı. Konya ve Ankara’dan doğu cephesine uzanan demiryolu yoktu. Mevcut karayolu da bakımsız ve haraptı. Birliklerin Batı Cephesine ülkenin en uzak yeri olan Doğu Anadolu’dan yaya, cephanenin hayvan sırtında veya kağnılarla Ankara ve Konya istasyonlarına getirilmesi ve buradan da cephaneye ulaşabilmesi için dört-beş aylık bir zamana ihtiyaç vardı. Yolların bozukluğu, mevsimin de kış olması bu zamanı daha da uzatabilirdi. İstanbul depolarındaki silah, cephane ve topların işgal kuvvetlerinin elinde bulunması da bir zorluktu. Bu malzemelere ihtiyaç vardı. Binlerce sandık cephanenin, topun ve silahın, işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu kıyılarına geçirilmesi kolay değildi. Birçok güçlükler için de, İstanbul’daki Felâh M.M. ve Muaveneti Bahriye gibi bazı askerleri yardım gruplarını, yurtsever memurların ve ulaşımla ilgili fedakâr deniz mücahitğlerimizin çabaları ile başarıldı.
Fakat bu hazırlıklar yapılırken Mecliste bir huzursuzluk baş gösterdi. Sakarya Zaferine Yunanlıların hâlâ Anadolu’nun ortasında bulunmaları, Mecliste ordu aleyhine bir hava oluşturdu. “...Ordu niçin taarruza geçmiyor? Mutlaka taarruz edilmelidir, hiç olmazsa sınırlı belirli bir cephede taarruz yapılmalıdır ki ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığı anlaşılsın” deniyordu. Mustafa Kemal Paşa bu eleştirilere şu cevabı verdi. “Efendiler, ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi hazırlığımız tamamen ikmale biraz daha zaman lâzımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha fenadır. Tevakkufumuz, taarruz kararından sarfınazar ettiğimiz veyahut buna iktidar kespetmekten na ümit olduğumuz suretinde telakki ve tefsir edilmeye mahal yoktur...” Atatürk ne zaman taarruz edeceğini de şu şekilde açıkladı. “Düşmana taarruz için verilmiş olan kati kararımızı tatbike başlamadan evvel, izhar ve ikmal etmeye mecbur bulunduğumuz vesaiti harbiyenin ne olduğunu arz edeyim: Tam üç vasıtanın hazırlandığını kâfi derecede olduğunu görmek lüzmunu, hissediyorum. Onlardan, birincisi ve en mühimi ve asıl olanı doğrudan doğruya milletin kendisidir...
İkincisi milleti temsil eden meclisin milli arzuyu belirtmede ve bunun gereğini kanaatle uygulamada göstereceği azim ve celadettir. Meclis ne kadar çok dayanışma ve birlik halinde milli arzuyu tecelli ettirirse, düşmana karşı o kadar kuvvetli üstünlük aracına malik oluruz.Üçüncü araç milletin silahlı evlatlarından ibaret olup düşman karşısında (yardım için koşup toplanmış) bulunan ordumuzdur.
Mecliste, bir veya birkaç üyenin kötümserlik telkin eden sözlerinden bile aleyhimizde istifade çareleri aranmakta olduğuna şüphe edilmemelidir. Dışişleri Bakanlığının dosyaları buna dair vesikalarla doludur. Kat’iyetle arz ederim ki, istemeyecek olsa dahi düşmanlara ümit verecek şemmeler (kokular) verdikçe milli davanın çözümü gecikmeye duçar olur.”
Başkomutanlık Meselesi
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, çeşitli zorluklara rağmen taarruz hazırlıklarını yürütürken, 5 Mayıs 1922’de hastalığı sebebiyle Mecliste bulunamamasından yararlanan muhalifleri onun “Başkomutanlık” görevinin süresinin uzatılmasına engel oldular. Bir an için ordu Başkomutansız kaldı. Mustafa Kemal Paşa bu olayı şöyle nakletmektedir. “6 Mayıs 1922 gününe tekaddüm eden günde zamanı geldiği için kanun temdidi, Mecliste mevzuu bahs olmuş, ben rahatsızlığım münasebetiyle Mecliste hazır bulunamamıştım. 5 Mayıs günü akşamı ikametgâhıma gelen Heyeti Vekile, vaziyeti şöyle izah etti: Mecliste muhalifler, benim; Başkumandanlıkta kalmamı istemiyorlar. Birçok münaşakalı müzakerattan sonra mesele, reye vaz olunmuş, usulen lâzım gelen ekseriyet hâsıl olmamış yani Başkumandanlık kanununun temdidi kabul edilmemiş... Ordu, Meclis reyini izhar ettiği dakikadan itibaren, kumandansız kalmıştı.” Ancak Mustafa Kemal orduyu başsız bırakmadı. 6 Mayıs günü Mecliste yaptığı konuşmada bu kararını şöyle açıkladı. “Memleketin ve maksadı umuminin menfaatı âliyesi namına, Başkumandanlık vazifesini ifaya devam kararını verdim.” Böylece ordu komutasız kalmaktan kurtulmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın “Başkomutanlık” görevinin süresi 20 Temmuz 1922 günü T.B.M.M. tarafından süresiz olarak uzaltıldı.
Büyük Taaruz
1922’nin Temmuz ayı sonralarına doğu ordumuz eksikliklerini tamamladı. Böylece ordumuzun maddi ve manevi gücü, millî amacı tam bir güvenle gerçekleştirecek bir düzeye ulaştı. Mutlu sona ulaşmak için artık hiçbir kuşku kalmamıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa cephedeki son kontrolleri yapmak için o sırada Konya’ya gelmiş olan General Towsend’in görüşme isteğinden faydalanarak 23 Temmuz 1922 günü Akşehir’deki Batı Cephesi Karargâhına gitti. 25 Temmuz’da da Genelkurmay Başkanı Akşehir’e gitti. Mustafa Kemal Paşa, gelişmeleri şöyle anlatmaktadır. “27-28 Temmuz gecesi beraber icra ettiğimiz müzakere neticesinde, tespit edilmiş plan mucibince taarruz etmek üzere 15 Ağustos’a tadar bütün hazırlıkların ikmaline çalışmayı takarrür ettirdik.
28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra icra ettirilen bir futbol müsabakasını seyretmek vesilesiyle ordu kumandanları Akşehir’e davet edildi. 28-29 Temmuz gecesi kumandanlarla umumi bir tarzda taarruz hakkında mudavelei efkâr ettim. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi komutanıyla tekrar görüşerek taarruz tarzı ve teferruatını tespit ettik. Ankara’dan davet ettiğimiz Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım (Özalp) Paşa da 1 Ağustos 1922 öğleden sonra Akşehir’e geldi. Ordu hazırlığının ikmalinde Müdafaa-i Milliye Vekaletine ait olan hususlar tespit edildi.”
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, taarruz emrini vererek Ankara’ya döndükten sonra, 20 Ağustos’a kadar orada çalışmalarını sürdürğmüştü. 20 Ağustos’ta gizlice cephe karargâhının bulunduğu Akşehir’e geldi. Burada Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) ve Cephe Komutanı İsmet Paşalarla ve diğer komutanlarla taarruzun bütün ayrıntılarını yeniden gözden geçirdikten sonra 26 Ağustos 1922 saat 04.30’da kesin taarruz emrini verdi. 30 Ağustos’a kadar süren kesin sonuçlu çarpışmalarla Yunan kuvvetleri doğudan ve güneyden 2. ve 1. Ordularımızla, kuzeyden ve batıdan Süvari Kolordularımızla kuşatılarak Dumlupınar kuzeyinde Aslıhanlar bölgesinde yok edildi. Düşmanın asıl kuvvetlerinin batıya, İzmir’e doğru kaçmasına imkân verilmedi. 30 Ağustos günü Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği bu muharebeye “Başkomutan Meydan Muharebesi” denilir. Bu savaşta Yunan Ordusu’nun asıl kuvvetleri yok edilmiştir.
31 Ağustos günü Başkomutan, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) ve Ordu Komutanları Yakup Şevket (Org. Subaşı) ve Nurettin Paşa ile Yunan Ordusunun imha edildiği Çal köyü dolaylarındaki muharebe alanını ve son durumu inceledikten sonra, kaçabilen düşman birliklerinin şiddetle izlenmesi, Uşak demiryolu yönünce kaçan bazı düşman birlikleri ile Eskişehir civarındaki grubun imha edilmesi için tedbirler alındı. Artık muharebenin son dönemi başlamıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa kaçan düşmanın takip hareketinin başlatılması için “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” emrini verdi. Bu emir hem imha muharebesinin gereğini yerine getirmek, hem de kaçan Yunanlıların zulüm yapmalarına, köyleri, şehirleri yakmalarına olabildiğince imkân vermemek için gerekliydi. Çünkü işgalci Yunanlılar Anadolu’da akla hayale gelmez fenalıklar yapmıştı. Bunu Halide Edip, Yakup Kadri ve Yusuf Akçura’dan oluşan Sakarya Zaferi’nden sonra kurulmuş olan “Tetkik-i Mezalim” (Zulümleri İnceleme) kurulunun belirlediği gibi, ünlü İngiliz tarihçisi A. Toynbee de Karamürsel bölgesinde gözlemişti. Bu mezalime yerli Rumlar da iştirak etmiş olduğundan, onlar da yurtları olan Anadolu topraklarını terk ederek bir daha geri dönmemek üzere kaçmaya çalışan Yunan askerleri ile birlikte gittiler. Yakıp yıkağrak kaçmak biraz da bu yüzdendi. Çünkü geri dönseler komşularının yüzüne bakacak halleri yoktu.
Savaş ve takip sırasında Yunanlılardan binlerce esir alındı. Bunların arasında 8 Eylül’de bütün karargâhı ile esir düşen Yunan Orduları Başkomutanı General Trikopis de vardı. Mustafa Kemal Paşa, esir General Trikopis ile beraberindekileri onca fenalıklarına rağmen nezaketle karşıladı.
Süvarilerimiz, 9 Eylül sabahı, İzmir’e girerken birkaç yerde hafif ateşle karşılaşmaktan başka bir hadise olmadı. Kordonboyu’ndan geçerken bir İngiliz müfrezesi tarafından selamlandılar. Türk bayrağı hükümet konağında ve Kadifekale’de dalgalandı. Birinci Süvari Tümeni Komutanı Mürsel Paşa bir Fransız harp gemisi telsizi vasıtasıyla, İzmir’e girildiğini Ankara’ya bildirdi. İzmir’de Türk halkının sevinci sonsuz derecedeydi. Askerlerimiz çiçek yağmuru altında kaldılar.Türk Ordusu’nun İzmir ve Bursa’yı alması üzerine Atatürk millete şu beyannameyi yayınladı:
Büyük ve asil Türk Milleti,
Ordularımız 9 Eylül 38 (1922) sabahı İzmir’imizi ve yine 9 Eylül 38 akşamı Bursa’mızı muzafferen tahlis ettiler. (kurtardılar). Akdeniz askerlerimizin zafer teraneleriyle dalgalanıyor.Asya İmparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın muharebe düşmanlarına, gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanlarıyla kumanda heyetleri günlerden beri T.B.M.M. Hükümeti’nin esiri bulunuyorlar.Düşmanın başkumandan tayin ettiği General (Trikopis) birçok gece ve gündüz me’yusane (umutsuzca) muharebatı ve her çare-i halası (kurtuluşu) tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki Generaller ve Erkân-ı harbiyeleri ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilen bakayasiyle (kalanlarıyla) arzı teslimiyet eyledi. Eğer Yunan Kralı da bugün esirler meydanında bulunmuyorsa bu tacidarların şiarı esasen yalnız milletlerinin safalarına iştirak etmek olduğundan ve muharebe meydanlarının felâketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatındadırlar.
Garp fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında zabitleri tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden teşebbüs ederek (dehşete düşerek) kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının malzeme-i harbiyesi hemen sülüsan (üçte iki) itibariyle topraklarımızdadır. Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek müşkildir. Fakat selâhiyeti resmiye ile milletimize tebşir ederim (müjdelerim) ki bizim insan zaiyatımız dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa baliğ olmaktadır.
Büyük Türk Milleti, Ordularımızın kabiliyeti ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemal ile tezahür etti. Millet orduları on dört gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. Anadolu’daki bütün memaliki müstevliyemizi istirdat eylediler (İstila etmiş topraklarımızı geri aldılar). Büyük zafer münhasıran senin eserindir. Çünkü İzmir’imizi ihtirasatı siyasiye neticesinde adeta memnunen düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yok idi. Bursa’mızı istila eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askeri teşkilatıyla tevhidi amâl (gaye birliği) ve tevhidi hareket ederek muvaffak olmuşlardı. Vatanın halâsı milletin rey ve idaresi kendi mukadderatı üzerinde bilakaydüşart (kayıtsız ve şartsız) hakim olduğu zaman başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla müsbet ve kati neticelere ermiştir.
Büyük ve Necip Türk Milleti, Anadolu’nun halâsı zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da takdim ediyorum. 13.09.1338 (1922)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi "Başkumandan Mustafa Kemal”
Yunanistan'da İhtilal
İngiliz askerleri uzmanlarının yardımıyla iyi hazırlanmış olan Yunan müdafaa ve mevzilerinin altı aydan önce açılmayacağı ileri sürülürken Büyük Türk Taarruzuyla on dört günde aşılmış olması, Yunanlıların “Mikrasiatiki Katastrof’i” diye adlandırdıkları “Küçük Asya Felaketi”ni getirmiş, bu da ülkede büyük çalkantılara sebeb olmuştu. Dağılan Yunan ordusunun güney kanadına bağlı birliklerden arta kalanlar Sakız ve Midilli adalarına kaçmışlardı. Bu birlikler Alb. Nikolaos Plastiras ile Alb. Stilianos Gonatas ve Lemnos harp gemisinin kaptanı Yüzbaşı Dimitrios Fokas’ın önderliğinde, Atina’daki hükümete ve özellikle Kral Kostantin’e karşı ihtilâl hazırlıklarına giriştiler. Ülkenin “Batı’dan tecrit edilmesinden ve sırf bu yüzden meydana geldiğini öne sürdükleri “Küçük Asya Felaketi’nden” Kostantin’i sorumlu tutan ve bir triumvira şeklinde kurulan ihtilâl komitesinin başkanı kıdemli Alb. S. Gonatas idi. 10ğ23 Eylül tarihlerinde adalarda başlayan hareket 26 Eylül’de Atina’da uçaklarla bildiri dağıttı. İhtilâlciler 26 Eylül saat 7.30’da Atina’daki hükümete bir ültimatom göndererek akşam saat 10’a kadar ihtilâl bildirisindeki şartları kabul etmesini istediler. Bu şartlardan birincisi Kral’ın tahttan inmesiydi. Kral istemeyerek de olsa ihtilâlcilerin şartlarına boyun eğdi. Yerini oğlu II. Yorgo’ya bıraktı. İhtilâl komitesi, 28 Eylül’de yönetimi tamamen kontrolü altına alınca derhal Paris’te bulunan Venizelos’la temasa geçti ve kendisinden müttefik devletler nezdinde Yunanistan’ı temsil etmesi istendi.
Mütareke Öncesi Türk-İngiliz Askeri Bunalımı
Türk birlikleri İzmir’den sonra Çanakkale’ye doğru yönelince bu bölgedeki İngiliz birlikleri savaş hazırlıklarına başladılar. İngilizlerin bu niyeti karşısında bölgedeki İtalyan ve Fransız birlikleri 19 Eylül 1922’de Gelibolu’ya çekildiler. İngilizler kendi hatlarının ötesinde belli bir bölgeye Türk askeri girdiği taktirde ateş açılacağını duyurdular. Bu şekilde Yunan yenilgisi karşısında perişan olmuş olan Lloyd George güya Boğazlardan serbest geçiş uğruna Dominyonları ile birlikte (Kanada, Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda vb) Türkiye’ye karşı savaşarak prestijini kurtarmaya çalışıyordu. Bu yüzden askerden arındırılmış olan bölgeye Türklerin girmesi halinde ateş açılmasını ve savaşın başlatılmasını emretti.Ne var ki Türk birlikleri ilerlemeye devam etti. İngiliz ateş menzilini de aşarak tam önlerinde durdu. Durum çok kritikti. Doğu Trakya ve İstanbul’un kurtarılması için İngiliz birliklerinin de aşılması gerekiyordu. Bunun için de silahlı bir çatışmadan kaçınılamazdı. Oysa İngilizler Boğazları ve Doğu Trakya’yı bırakmak istemiyorlardı. Özellikle Lloyd George Hükümeti’nin kurulması, ortak İngiliz-Yunan çıkarlarının asgari derecede de olsa korunması ancak bu yolla mümkündü. İngiltere sözü geçen bölgeleri tahkim etmeye başladı.
Ancak İngiliz Parlamentosunun Lloyd George’yi destekliyor görünmesine ve kamuoyunu da bu doğrultuda etkilemeye çalışmasına rağmen, asker gönderme konusunda Dominyonlardan gelen olumsuz cevaptan sonra İngiliz Hükümeti’nin bunalımı savaşa kadar götürmeyi göze alamazdı. Çünkü, özellikle İslâm dünyası bakımından duyulan endişe, böyle bir savaşın çıkması halinde İngiltere için korkulan sonuca yol açardı.
İngiltere’nin içinde bulunduğu durumu çok iyi değerlendiren Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Tümgeneral Harington’a gönderdiği mektupta “askerden arındırılmış tarafsız bölgeyi” tanımadığını belirterek İngilizlerin derhal çekilmelerini istedi.General Harington’un Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği karşılıkta ise, iki ordu arasında bir çatışmanın çıkmasına engel olmak ve ortadaki anlaşmazlığı çözmek amacıyla, kendisiyle görüşmek istediğiydi.
Bu arada Fransızlar da durumun ciddiliğini göz önüne alarak, duyguları yatıştırmak ve Mustafa Kemal’i Türk ilerleyişini durdurmaya inandırmak amacıyla, Fransız politikacılarından Türk dostu Franklinğ Bouillon’u 25 Eylül’de İzmir’e gönderdiler.Dört gün sonra, Mustafa Kemal Paşa ile Franklin-Bouillon arasında yapılan görüşme sırasında, Mustafa Kemal, Yunanlıların Doğu Trakya’daki katliam davranışları önünde kin ve nefret duygularıyla tutuşan askerlerine ağırbaşlılık öneremeyeceğini belirtti. Franklin-Bouillon Türk dileklerinin tamamıyla yerine getirileceği ve Barış Konferansı oturumlarına başlamadan önce Türkiye’nin, Meriç’e dek Doğu Trakya’yı alacağı yolunda Mustafa Kemal Paşa’ya güvence verdi.
Böylece Franklın Bouillon’un arabuluculuğu, Mustafa Kemal Paşa ve Sır Charles Harington’un göstermiş oldukları sabır ve iyi niyet mütareke için gerekli ortamı sağladı.
- Okuma Sayısı: Bu yazı 25351 defa okunmuştur.