Büyük Taaruz ve Zafer Konulu Söylevi (Bölüm_I) : Arkadaşlar! Kalbimde derin bir özlem doğurmuş olan ayrılıktan sonra tekrar size kavuştuğumdan dolayı, pek mutluyum (şükran sunarız sesleri). Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, ordularımızın silâhlarına bıraktığınız yüce ve kutsal amaç, istediğiniz şekilde, güvenliğimiz için kullanılmış olduğunu gösteren, mutlu bir sonuca ulaştı.En karanlık ve en talihsiz günlerimizde Meclis’imizin sarp ve yalçın bir kaya gibi kararlılık ve imanı; bu parlak geleceğe erişmek için, gereken imkânı daima saklı tuttu.Millî meselelerde şaşmaz bir akılla daima doğruyu ve daima
iyiyi bulan ve seçen Meclis’imizin bu sonuçlara ermekten dolayı duyduğu mutluluk kadar kazanılmış hak olarak başka ne düşünülebilir? Milletin alın yazısını doğrudan doğruya yüklenerek ümitsizlik yerine ümit, perişanlık yerine düzen, kararsızlık yerine kararlılık ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimiz’in, temiz ve kahraman ordularının başında bir asker olarak bağlılıkla ve boyun eğerek emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin pek nadir duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. (şiddetli ve sürekli alkışlar). Kalbim bu sevinçle dolu olarak, çok temiz ve saygıdeğe
r arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum (Sürekli alkışlar).
Arkadaşlar! Tebrik etme mutluluğuna sahip olduğum bu zafer kolaylıkla açıklanabilir değildir. Bunu anlamak, bugün değil, belki yarın tarih sayfalarında geniş ve derin incelendikten sonra mümkün olacaktır. Fakat, hissediyorum ki, benim ağzımdan buna dair bazı sözler işitmek istiyorsunuz (hay hay sesleri). Bu isteklerinizi karşılamak için önemli bazı resimler ve önemli bazı yazılar üzerinde açıklamalarda bulunacağım: (teşekkür ederiz sesleri).
Arkadaşlar, geçen sene Ağustos’un, yanılmıyorsam beşinci günü bu kürsüden, beni Başkomutan tayin etmiş olduğunuz zaman teşekkürlerimi sunarken demiştim ki:
Memleketimizi çiğnemek üzere, memleketimize giren Yunan ordusunu namus ocağımızda boğacağız.
Bu sözümde yanılmamış olduğumu olaylar ispat etti sanırım. Gerçekten Yunan ordusu namus ocağımızda tamamen boğulmuştur arkadaşlar! (Alkışlar). O gün, bu kürsüyü terk ettikten sonra Sakarya gerilerine kadar gelmiş olan ordumuza kavuşmuştum. Hepinizin hatırındadır ki, yirmi bir gün ve yirmi bir gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi’nin son günlerinde ordumuz, düşmanın sol koluna karşı taarruza geçti ve bunun sonucu olmak üzere çok kuvvetli ve çok donanımlı olan Yunan ordusu mağlûp olarak geri dönmek zorunda kaldı ve ondan sonra tekrar bu kürsüye geldim. Dedim ki:
Kararımız, en son düşman askerîni vatanımızdan kovuncaya kadar taarruza devam etmektir, düşmanı takip etmek ve sıkıştırmaktır. Bu sözümü her harfiyle takip etmiş ve uygulamış olduğumu olaylar ispat ettiği gibi, vuku bulacak olan maruzatımla da açıklamış olacağım.
Gerçekten o gün için, düşman ordusunu takip etmek konusunda verilen karar, bu zamana kadar saklı kalmıştır. Fakat arkadaşlar! Şunu kabul etmek zorundayız ki, ordumuzun o günkü durumu, şartları ve araçları hemen uzun aralar üzerinde hızlı hareketler uygulamasına uygun bulunmuyordu. Bu nedenle gereken eksikleri tamamlamak hazırlıkları bitirmek için, bir zaman harcanacaktı. Ve bu zaman da doğal olarak harcandı.
Fakat, gerçeği kesin olarak herkesin bilmesi gerekir ki, bu senenin ortalarında ordumuz düşman ordusunu yenmek ve bozguna uğratmak için gereken kuvvet ve kudreti kazanmış bulunuyordu. Fakat, bütün milletimizin ve onun gerçek temsilcilerinden oluşan Meclisimiz’in işareti, kan dökmeden millî amaçlarımızın elde edilmesine yöneltilmiş olduğunu pek güzel anlıyordum. Bundan dolayı Efendiler, askerî kuvvetlerimizi kullanmadan önce kan dökmeye neden olmaksızın meseleyi arabuluculukla çözmek için girişimde bulunmak da ayrıca bir görev idi. Bu görevi yerine getirmek için, her türlü önlemlere girişildi. Bütün siyasal girişimler uygulandı. Bu cümleden olmak üzere, en değerli arkadaşlarımızdan incelemesine ve bakışının doğruluğuna son derece güvendiğimiz önemli hükûmet ileri gelenlerimizden Fethi Beyefendiyi Londra’ya kadar göndermiştik. Adı geçen, gerek Londra’da ve gerek diğer büyük devletlerin başkentlerinde bütün ileri gelenler siyasîlerle görüşmek, konuşmak ve barış yapmak için her şeyi yapmaya tam yetkili bulunuyordu.
Fakat Efendiler, Fethi Beyin Londra’daki kabul şekli ve özellikle o günlerde Mösyö Lloyd George’un parlamento kürsüsünde verdiği nutuk gösteriyordu ki, bütün bu girişimlerimiz ters bir anlamda kabul edilmiştir. Gerçekten insanca duygularımızın gereği olarak, yapmış olduğumuz bu girişime İngiliz hükûmetinin vermiş olduğu anlam, arabuluculukla girişimlerimizin bizim isteğimizle yorumundan ibaretti. Zannettiler ki, ordumuz zayıftır. Zannettiler ki, ordumuz taarruz ve takip etmek değil, yerinden kıpırdamayacak bir durumda bulunuyor. Zannettiler ki, Meclisimiz ve hükûmetimiz zayıftır ve ümitsizdir. Şüphesiz, bütün bu noktalarda en büyük hataya sapmış oluyorlardı, en derin dikkatsizlik içersinde bulunuyorlardı. Ve belki bazı durumlar ve bazı görüntüler düşmanlarımıza bu ümidi vermiş olabilirdi. Fakat ben, düşmanlarımızın bu şekilde aldanmış olduğunu zannetmiyorum. İsteseydim, o anda bu fikri düzeltirdim. Fakat, Efendiler, bu fikrin düzeltilmesi konusunu sözle değil, fiilen yapmayı seçtim. Bundan dolayı, Fethi Beyefendi kesin inancını hükûmete bir raporla bildirdi ve dedi ki: “Millî amaçlarımızın elde edilmesi, ancak askerî hareket ile olabilecektir. Başka incelemeye, başka yoruma yer yoktur”.
Elbette ki Fethi Beyefendinin bu sözüne ve bu inancına katılmak gerekiyordu. Aynı zamanda Avrupa’da bulunan bütün temsilcilerimizden ve diğer siyasî memurlarımızdan gelen raporların içindekiler de, Fethi Beyefendi’nin sözünü, inancını doğruluyor ve destekliyordu. Artık anlamıştık ki, harekat-ı askeriye bir mecburiyet hâline geldi. Bunun üzerine Başkumandanlık, aracılık ve siyasî girişimlerin gereği olarak, uygulamaya koymayı ertelediği taarruz kararını fiilen uygulamaya geçirmeye ve taarruzu uygulamaya karar verdi. Ordumuzun yetenek ve kudreti ve hazırlığına dair güvenimiz tamdı. Fakat, bir kez daha Genelkurmay Başkanı Paşa cepheye gitti. Ben de cepheye gittim ve baştan sona kadar ordumuzu tekrar gözden geçirdik. Düşman mevzileri, düşman ordusu incelendi. Bu son kontrolümüzün sonucu var olan düşünce ve imanımızı sağlamlaştırdı ve o zaman kesin olarak taarruz hazırlığı için emir verdim. Efendiler! Taarruzumuz, öteden beri Genelkurmay Başkanı Paşanın çok derin ilme, bilgiye ve deneyimlere dayanarak hazırladığı plân içinde oluşacaktı. Bu plân düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat boğmak esasını ihtiva eden bir plandı. Bu plân içinde hazırlık emri verildikten sonra, tabîi ki amacımızı gizlemekte yarar görüyorduk. Onun için öncelikle Genelkurmay Başkanı ve sonra Başkomutan tekrar Ankara’ya döndü. Ankara’ya dönüşümde Bakanlar Kurulu’ndaki saygıdeğer arkadaşlarla beraber durumu bir kez daha düşündük. Genel durumu, özellikle siyasî durumu tahlil ettik ve gördüm ki, bu arkadaşlar da bütün kalpleriyle, bütün inançlarıyla Başkumandanlığın kararını uygun görüyorlar ve destekliyorlar. Özellikle Maliye Bakanı Beyefendi’nin göstermiş olduğu kolaylık, Başkomutanlığın uygulamalarında ayrıca bir kuvvet oluşturmuştur. Bundan dolayı, kendilerine bu kürsüden teşekkür etmeyi ayrıca bir borç bilirim (biz de katılırız sesleri). Bakanlar Kurulu arkadaşlarımızın da oyları elde edildikten sonra tekrar buradan kayboldum. Konya üzerinden Batı Cephesi merkezinin bulunduğu Akşehir’e gittim. Son araştırmalarımda artık düşmanı yenmek için her şey hazır olmuştu ve aralıksız düşmanın İzmir’e kadar takibi için gereken bütün önlemler alınmıştı. Bunun üzerine 25 Ağustosta taarruz için emrettim.
26 Ağustos günü geçen taarruz hareketlerini kolaylıkla kavramak için isterseniz, o tarihteki düşman ordusunun durumunu birkaç kelime ile anlatayım. Dört, beş fırkadan oluşan Yunan kuvveti Afyonkarahisar’da bulunuyordu. Afyonkarahisar’ın doğusunda ve güneyinde olmak üzere yaklaşık 90-100 kilometrelik bir yol üzerinde sağlamlaştırma yapılmıştı. Fakat bu sağlamlaştırma, Efendiler, bayağı değildi. Yunanlılar bir sene sürekli olarak askerleri ve halkı kullanarak çalışmışlar ve fennin bütün araçlarını orada uygulamışlardı. Dediğim yol, birçok kuvvetli dayanma noktalarını ve derinliğine sağlamlaştırmayı, savunma yollarını içeriyordu. Yani bu mevzi tam anlamıyla, son zamanın bir kalesi olarak adlandırılabilecek bir durumdaydı. Bundan başka düşmanın üç fırkadan oluşan bir kuvveti de Eskişehir’de ve Seyitgazi’de bulunuyordu. Eskişehir ve Seyitgazi’nin kuzeyi, doğusu ve güneyi de tıpkı Afyonkarahisar’da olduğu gibi aynı araçlarla, aynı teçhizatla sağlamlaştırılmış ve donatılmış bir duruma sokulmuş bulunuyordu. Bu iki grubun arasında da demiryoluyla ve yürüyerek hızla ve kolaylıkla her tarafa gidebilecek durumda olan ve Döğer’de bulunan düşmanın üç fırkadan oluşan bir kuvveti vardı. Kısaca düşman seçkin ordusunun kollarını iki kaleye dayamış, orta yerinde kuvvetli bir yedek gruba sahip bir takım hâlindeydi. Bu takımın uzak kollarına da bakmak istersek, Gemlik ve İznik Gölü yakınlarında da düşmanın iki fırkaya yakın bir kuvveti vardı. Eğer güneye bakacak olursak, Afyonkarahisar’dan sonra bütün Menderes boyunca denize kadar düşmanın ikinci fırkasını da içermek üzere, birçok bağımsız alayları ve atlıları vardı.
Biliyorsunuz ki, Efendiler, Batı Cephesi denildiği zaman orada bizim iki ordumuz ve diğer kuvvetlerimiz de vardı. Binaenaleyh Birinci Ordu, Afyonkarahisar’ın doğusunda Akarçay’dan batıya doğru Dumlupınar arasında bulunan düşman mevzileri karşısında toplanacaktı. Burada elbette ki desteklenmiş olan ordumuz, düşmanı yenerek, kuzeye atmak görevini aldı.
İkinci Ordumuz -bu Akarçay’dan kuzeye doğru Porsuk vardır, biliyorsunuz, işte onun kuzeyinde Sakarya kısmı vardır- oraya kadar olan cephede düşmana taarruz edecekti. Düşmanın Eskişehirde bulunan üç fırkası ve Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan iki fırkası ki, toplam sekiz fırkayı kendi karşısında belirleyecekti. Kocaeli bölgesinde bulunan kuvvetlerimiz de karşısında bulunan düşman kuvvetlerine taarruz edecek ve bu kuvvetlerin güneye inmesini önleyecekti. Menderes yöresinde biri atlı fırkası, olmak üzere kuvvetlerimiz vardı. Bunlar da güneyden kuzeye doğru önündeki düşmana taarruz edecek ve o kuvvetlerin son savaş yerine gelmesine engel olacak ve aynı zamanda düşmanın İzmir’le olan ulaşım yollarını kesecekti.
İşte bu temel noktalar üzerine bütün önlemler ve düzenlemeler yapılmıştı ve hazırlık tamamlanmış olduğu halde 26 Ağustos günü taarruz başlamıştır.
Bu hareketleri yakından yönlendirmek ve yönetmek elbette ki istenildiğinden ve gerekli görüldüğünden, Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı 26 Ağustos günü güneş doğmadan önce, Birinci Ordunun gözleme noktası olan Kocatepe’de hazırdılar. Kocatepe, bilenlerce bilinir ki ve harita üzerinde düşünenlerce anlaşılabilir ki, düşmanın güney cephesine ve güney cephesindeki önemli noktalara o kadar yakındır ki mevzileri incelemek ve hareketleri yönlendirmek ve yönetmek için, hatta dürbün kullanımına bile gerek yoktur.
Birinci Ordu, Akarçay’dan Dumlupınar’a kadar olan bütün düşman mevzilerine taarruz edecekti. Atlı kolordumuz, bu taarruz grubunun sol kolunda bulunduğu aralıktan içeri girecek ve düşman ordusunun arkasında icra-yi faaliyet edecekti.
Ordularla bütün cephe üzerinde taarruz olunacaktı. Fakat, ilk anda şu önemli noktalar düşünüldü. Afyonkarahisar’ın batısında Kaleciksivrisi vardır ve onun kuzeyinde 1310 rakımlı Erkmentepesi vardır. Bu mevziler son derece önemlidir ve ondan başka bütün mevzilerin kilidi derecesinde olan ikinci bir önemli yer daha vardı ki, ona Tınaztepe adı veriliyor; bu, Kaleciksivrisi’nin on iki kilometre kadar batısındadır ve bu zincirlemenin en önemli bir noktasıdır. Burasını yok etmek istiyorduk. Bir de iki grubun arasında bir tepe vardır ki Belentepe deniliyor. Afyonkarahisar’ın güneyindeki esas mevzisi başlıca bu noktalara dayanıyordu. Bundan dolayı, bütün topçularımız ve ağır topçularımız bu üç noktayı ateş altına alabilecek mevzilere konmuştur.
Arkadaşlar! Topçularımız, bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve güneş doğmadan önce bütün dünyanın gözleri açıldığı zaman, ateşe başladılar (maşallah sesleri). Tam bir övgüyle ve saygıyla bunu söylemek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu yetenek ve bilgi, bütün dünya topçuları için örnek olacak yapıdaydı (Sürekli alkışlar). Askerî hayatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel yönetilmiş bir topçu ateşi çok az gördüm. Topçularımız saat 4.30’da atışa başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta öncelikle ateş düzenlemek için atış yapılır. Yarım saat içinde bütün bu cephe üzerinde ateş düzenlenmiş ve saat beşte yani yarım saat sonra, bu saydığım noktalar üzerine şiddetle etki atışına başlamıştır. Bu mevziler, çok ve çok sağlamdı. Bu mevzilerin korunma değerini en son inceleyen bir İngiliz subayının verdiği raporda, eğer Türkler, bu mevzileri dört, beş ayda işgal ederlerse, bir günde yok ettiklerini iddia edebilirler. Fakat Türklere, bu mevzileri yok etmek için üç dört ay değil, bir gün de değil, yalnız bir saat yeterli gelmişti (şiddetli alkışlar)! Saat altıda Tınaztepe’ye hücum durumunda, saldıracak kadar yaklaşmış bulunan piyadelerimiz önlerindeki tel örgüleri kesmeye ve bir tarafa itmeye gerek görmeyerek; ayaklarını kaldırdılar ve tel örgüsünden bacaklarını aşırarak atladılar ve orada bulunan Yunan askerlerini süngüleriyle tamamen tepeledikten sonra Tınaztepe’yi işgal ettiler (Sürekli alkışlar, yaşasın Türkler, sesleri). Ve ben bu görüntüyü seyrederken, bir soruya bir cevap vermeyi hatırladım. “Bu tel örgüsünü nasıl geçebilirsiniz?” diyorlardı. Oradakilerine dedim ki: “İşte böyle ayaklarını kaldırır ve geçerler.” Bundan sonra Efendiler, saat dokuzda Belentepe düştü. Ve onun ardından Kaleciksivrisi düştü. Fakat, bunun daha kuzeyinde 1310 rakımlı Erkmentepesi hâlâ dayanıyordu. Bunun nedenini açıklayayım:
Biz, ağır topçularımızı mevzilere getirebilmek için yollar yapmaya mecbur olmuştuk. Bu bölgeyi bilenlerce bilinir ki, burası tekerlekli araçların hareketine uygun olmayan bir yerdir, yol yoktur. Bundan dolayı, ondan daha ilerisine yol yapabilmek için kesinlikle düşmanla çarpışmak gerekiyordu. Son 1310 rakımlı tepe, topçu ateşimizin etkisinden uzaktı. Orada taarruzlarımız tekerlek geçmediği için yalnız dağ topçuları ile korunmak zorundaydı. Onun için dayanıldı. Bu nokta, o kadar çok önemlidir ki, düşman, bütün kuvvetiyle ve bütün araçlarıyla orasını elde tutmaya çalışıyordu. Tınaztepe önemli mevzisinin batısında taarruz eden bölüklerimiz de bazı önemli noktalara, önemli mevzilere girmişlerdi.
Bu taarruz gününde, en sol tarafta bir fırkamız -57’nci fırka- taarruzlarını yöneltirken kuvvetlerini biraz birbirinden uzakça bulundurmuştu. Bu yüzden düşman üzerinde, etkili bir sıkıştırma yapamıyordu. O fırkanın komutanı Reşat Bey adında bir kişiydi. Bu kişiyi çok eskiden tanıyorum. Muş’ta beraber savaştık, Suriye’de çok savaşlar yaptık. Çok değerli bir askerdi, kendisinin bana çok sevgisi ve güveni vardı. Telefonla sordum: “Niçin hedefinize ulaşamadınız?” dedim. Cevap olarak dedi ki, “Yarım saat sonra bu hedeflere ulaşacağız.” Halbuki, yazık ki, yarım saatte bu hedefler ele geçirilememişti. Tekrar sorduğum zaman telefonda Reşat Bey’in son bir ayrılış mektubunu okudular, orada diyordu ki: “Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam”.
Bu örneği, Reşat Beyin o hareketini övmek için söylemiyorum. Doğal olarak öyle bir uygulama ve öyle bir hareket bizce kabule değer değildir. Yalnız ordumuzda zabitanın, kumandanların kendilerine verilen vazifeyi ifada ortaya koydukları can atmayı ve namus hissini göstermek isterim.
Gerçekten ordumuzdaki subaylar ve yüce kumanda heyeti, birbirine karşı böyle bir sevgiyle, saygıyla, güvenle bağlıdırlar ve yukarıdan aldıkları emri bir namus kabul ederek yerine getirirler. Efendiler! Düşman yakın destek bölüğünü birinci yolda içeri soktu ve Balmahmut üzerinden ve Afyon’dan bile birtakım destek bölüğü çekti ve ayrıca otomobillerle çekilir toplar getirdi ve bizim elimize geçen noktaları tekrar geri almak için karşı taarruza geçti. Tınaztepe’nin batısında elde edilmiş olan mevziler, hemen tamamen düşman tarafından geri alındı ve Tınaztepe üzerine yönelttiği taarruzlar, başlangıçta askerlerimizin yandan piyade ve topçu ateşleri sayesinde, bir an için durdurulabildi. Fakat düşman eline geçti ve 1310 rakımlı tepe yerinde durdu. Aynı zamanda düşman, Kaleciksivrisi ile Akarçay arasında Afyon’un güneyinde, bir karşı taarruz hazırlığına kalkıştı sanılabilirdi. Gerçekten orada birtakım kuvvetler topladı ve bütün bu cephe üzerinde Işıklar yönüne genelinde, gayet yoğun bir topçu hazırlığına başladı. Düşmanın böyle bir hareketi çok akıllı ve çok beklenilirdi. O kadar beklenilirdi ki, biz bu hareketlere başlamadan önce düşmanın bizim üzerimizde en etkili bir hareketi olmak üzere, bunu kabul etmiştik.
Gerçekten düşman, böyle Karahisar’dan Akşehir genel yönüne yapılan bir taarruzda başarlı olduğunda seçkin kuvvetlerimiz batıda kalmış ve diğer kuvvetlerden ayrılmış olabiliyordu. Düşmanın bu kadar çok önemli olan girişimini daha önceden düşünmüş olduğumuzdan başarısızlığa sürmek için, gereken her türlü önlemler de alınmıştı.
Onun için bu düşman girişimi bizi korkutmadı. Bununla beraber, bu cephe üzerine ve bütün cephe üzerine yönelen askerlerimizin şiddetli ve kahramanca taarruzları, düşmanı bu harekete girişmekten önledi, düşman böyle bir şey yapmaya cesaret edemedi.
Tınaztepe’de düşman tamamen hâkim olduktan sonra orada bulunan kuvvetlerden bir alay -ki, ismini saygıyla ve övgüyle anmak istiyorum -57’nci alaydır- düşmana ateş kullanımına gerek görmeksizin süngüsünü taktı; düşman cephesine girdi. Bunun sonucu olarak gece Tınaztepe, çok derin ve sağlam bulunan Tınaztepe, baştan sona kadar elimize geçti (Alkışlar). 26 Ağustos akşamına kadar bu cephe üzerinde geçen olaylar bundan ibaretti. Yani, Akarçay’dan Tınaztepe’ye kadar uzayan mevziler üzerinde Kaleciksivrisi, Belentepe ve Tınaztepe elimize geçmişti.
Oradan sonraki mevzilere kuvvetlerimiz girememişlerdi. Bunun batısında hareket uygulayacak olan atlı kolordumuz, yüce bilginizle Afyon’un batısında Çayhisar vardır, Çayhisar’a kadar geldi. Daha ileriye çok kuvvet geçirmek için, henüz zaman kendisine pek izin vermiyordu. Fakat, atlı bölüğümüzün burada görünmesi hemen düşmanın dikkatini çekti ve düşman buna karşı Ayvalı-Karka yolunun kuzeyinden güneye doğru, batıya yönelik bir cephe almaya mecbur oldu. Harita üzerinde durum düşünüldüğü zaman kolaylıkla görülür ki, bu durum düşman kuşatmasının öncesidir. Düşman, doğuya ve güneye yöneldiği gibi, İzmir’e karşı, batıya da bir cephe almaya mecbur edilmişti. Bu durumla düşman kendi kendini bir kale içerisine koymuştur.
Diğer cephelerde, Afyon’un doğusundaki düşman mevzilerine de kuvvetlerimiz taarruz etmiştir ve orada bulunan düşman kuvvetlerinin, güneye gelip yardım etmesini önlemede başarılı olmuştur. Onun daha kuzeyinde düşman için olağanüstü öneme sahip olan Kazuçuran adında kuvvetli bir sağlam mevzi vardı. Oraya bizim bir fırkamız taarruz etti ve orasını aldı. Fakat düşman bu noktaya çok önem verdiğinden bölüğünü tekrar destekledi. Karşı taarruz yaptı ve bizim fırkayı oradan attı. Fakat aynı fırka tekrar şiddetle taarruz ederek aynı mevziyi bir daha aldı. Bunun daha kuzeyinde hareket eden bir atlı fırkamız vardı; bu da Döğer genel yönünde yürüdü, her önüne rastladığı düşmana taarruz etti ve bu sayede Döğer çevresinde bulunan üç fırka yedek kuvveti yerinden kıpırdayamadı (bravo sesleri). Bunun daha kuzeyinde Seyitgazi’ye yakın Hüsrevpaşa bölgesi vardır. O bölgede bulunan düşman kuvvetlerine taarruz eden bölüğümüz, aynı zamanda Eskişehir doğu cephesine taarruz eden kıtalarımız düşmanın üç fırkasını tespitte başarılı olmuştur. Ve bu taarruz eden kuvvetlerimiz oradaki düşmana göre, dörtte bir oranında idi.
Kocaeli grubunda da taarruz başladı. Bölüklerimiz verilen görevi başarıyla yerine getiriyorlardı. Menderes yöresindeki bütün bölükler bile verilen görevi başarıyla yapıyorlardı. Orada bir atlı fırkamız, Uşak’ın batısına kadar ilerleyerek düşmanın ulaşım yollarını kesmeye başlıyordu. Bundan dolayı 26 Ağustos akşamı durum bu idi. Eğer incelenecek olursa bu sonuç memnuniyete değerdir. Ve gerçekten Başkomutanlıkça memnuniyete değer görüldü.... Çünkü kuzeyde ve Menderes’te düşman kuvvetlerini, tam tasarladığımız gibi, bulunduğu yerlerde belirledik ve sonra Afyonkarahisar batısındaki çok sağlam bir yolun da en önemli dayanma noktasından üç yer elimize geçti.
27 Ağustos için yapılacak yeni bir şey yoktu. Bölükler, önceden almış oldukları hedeflere bir an önce ulaşmak için taarruzlarına devam edecekti. Nitekim öyle oldu. 27 Ağustos sabahı 1310 rakımlı tepeye karşı doğrudan doğruya Dördüncü Kolordu Komutanı Kemalettin Paşa’nın önderliğiyle gayet ustaca bir taarruz düzenlendi ve bunun sonucu olmak üzere, 1310 rakımlı Erkmentepesi düşmandan alındı ve buradaki düşman yenilmiş ve perişan bir şekilde kuzeye ve kuzeybatıya doğru atıldı. Bu şekilde Kaleciksivrisi’nden Tınaztepe’ye kadar olan iki kilometrelik bir gedik açılmış bulunuyordu.
Düşman cephesi burada yarılmıştır. Bunun ardından, bu gedikten geçerek, düşmanı bırakmamak ve tekrar taarruz etmek üzere, hareket edildi. Aynı zamanda diğer düşman mevzilerine karşı da yönelmiş olan taarruzlar yenilendi ve bu sonuç ile artık düşman tarafından, sağlam yollarının güvenle korunamaması durumu ortaya çıkmıştır. Gerçekten biraz sonra birbirini takip eden Tınaztepe’nin batısında bulunan mevziler bile birer, birer düşmeye başlamıştı ve Kaleciksivrisi cephesi bile düştü. Gerek bu durumdan, gerek Afyonkarahisar’ın doğusuna yöneltilen taarruzların etkisinden, orada bulunan düşman fırkaları bile mevzilerini terk ederek, batıya ve kuzey batıya doğru çekilmeye mecbur olmuşlardı. 27 Ağustos günü öğleden sonra saat beşte Sekizinci Fırkamız muzaffer olarak Afyonkarahisar’na girdi. Burada 20-22 kadar çeşitli cinste top alınmıştır. Karahisar’da da belki, henüz kesin hesabı bitmemiş olan savaş malzemesi, silâhlar ve karışık malzeme ganimet alınmıştır. Yalnız düşman, Karahisar’da ve ondan sonra her yerde yaptığı gibi, hemen şehri ateşledi. Bölüklerimizin hızla yetişmesi sayesinde yangının yayılmasına meydan verilmedi ve yanan yerler de bastırıldı. O gün, düşmanın önemli kuvvetleri kaleden atıldı ve böylece açık Meydan Savaşı’na mecbur kaldılar.
27 Ağustos akşamı durumu şöyle düşündük: Düşmanın henüz Eskişehir grubu yerindeydi ve Döker’deki yedek fırkaları henüz tamamen kullanılmamıştı. Diğer cephedeki düşman kuvveti tamamen duruyordu. O halde burada yendiğimiz düşmanın kuvveti dört ilâ beş fırkadan ibaretti. Bundan dolayı, düşman tekrar sol kolunu Eskişehir’e dayandırarak, onun güneyinde Döker ve daha güneye ininiz, Resulbaba sırtları vardır. Oradan batıya gidiniz, burada Dumlupınar mevzileri var; daha sonra Toklusivrisi mevzileri vardır ki, düşman bu yol üzerinde çekilen kuvvetleriyle tekrar savunma yapabildi. Zaten bu mevzilerde daha önce yapılmış ve hazırlanılmış ve tel örgülerle sağlamlaştırılmış hemen hemen Afyon’un doğusunda ve güneyindeki yerlere benzer kuvvetli yerler vardı. Onun için en akıllı ve beklenen hareket, düşman için, bu idi.
Bundan dolayı, düşmanı bu mevzide de yenmek için, güneyde bulunan Birinci Ordu, düşmanı sol kol ile kavrayarak, İzmir’e gitmesini önleyecek şekilde taarruza devam edecekti. İkinci Ordu, doğudan düşmanı kavrayarak, kuzeye, Kütahya üzerine gitmesini önleyecek şekilde taarruz edecekti. Artık ileriye geçmiş olan atlı kolordumuz da düşman kuvvetinin tamamen arkasında hareket uygulayacaktı. O gece düşündüklerimizi ertesi günü Hakkın yardımıyla ve tamamen düşündüğümüz gibi noktası noktasına uygulamak kolaylıkla oldu (bravo sesleri).
Birinci Ordu bölükleri kuzeye hareketinde, düşmana birçok yerlerde rastladı ve her rastladığı yerde çok kanlı savaşlar geçti. Örneğin: Balmahmut’un kuzey doğusunda Köprülü vardır; bir fırkamız, düşmanın orada bir fırkasını yakaladı. Gayet hızlı bir hareket sonucunda, düşman fırkası yenilerek, bütün silâhları ve otomobillerle sürüklenir üç ağır topunu bırakmaya zorlandı ve perişan surette Cankuyusu istikametinde firar etti. Ondan sonra Balmahmut istasyonunda yine bir fırkamız, düşmanın bir fırkasını yakaladı, savaşarak yendi. Kuzeye attı, ondan sonra, Oğlanmezarı, Başkilise, Kumari Çiftliği, Akçaşehir, Bakırcık, Tazılar’ın güneybatısı ve Toklusivrisi’nde düşmanla karşı karşıya gelindi ve buralarda, ciddî ve önemli savaşlar oldu ve fakat bazı fırkalarının direnmesine rağmen, sonunda yenilerek kuzeye atıldı. Yalnız Toklusivrisi’nde bulunan düşman direniyor ve yerinde durabiliyordu.
İkinci Ordu da verilen cephede batıya doğru yürüyüşüne devam ediyor ve savaşa girmek istiyordu.
Bütün bu savaşlar olurken, atlılarımız tamamen düşman bölüklerinin gerilerinde olmak üzere, hareket ediyordu. Örneğin: Olucak’ta ve Başkilise’de bazen piyade gibi, ateş savaşı yaptı ve fakat, sık sık kılıcını çekti ve dört nala düşman safları içerisine girdi. Arkadaşlar! Atlılarımızın burada gösterdiği kahramanlık, düşüncenin üstündedir ve anlatılamaz (şiddetli alkışlar). Henüz savaşa girmiş yeni düşman fırkalarını görür görmez atlılarımız dayanamıyorlardı, bunları durdurmaya imkân yoktu ve hemen kılıçlarını çekiyor ve düşmanın içerisine dalıyorlardı (Sürekli alkışlar) ve gerçekten bu kahramanlık sonucunda batıya çekilmek isteyen düşman bölükleri durmaya ve yeni bir durum almaya zorlandı. O sırada bir taraftan piyadelerimiz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar savaşmaya zorladık. 28 Ağustos günü, bu dediğim çeşitli savaşlarla geçti.
Bunun sonucunda yani 28 akşamı biz durumu şöyle düşündük: Artık düşmanın bu çok uygun olan mevzide savunmadan çok, arka yollardan saparak, Dumlupınar mevziine gitmesi, veyahut oradan Uşak mevzilerini tutmak istemesi gerekir. Arkadaşlar, burada düşmanın 4’üncü, 5’inci, 9’uncu, 12’nci, 13’üncü, 1’inci, 7’nci fırkaları vardı; yani toplam yedi fırkası vardı.
Bu meydan savaşı sırasında, yalnız birinci, yedinci fırkaları mağlup bir durumda, Dumlupınar’ın batısına geçebilmişlerdi. Diğer beş fırkası bu dediğim çerçevenin içerisinde kaldı. Dumlupınar’a geçen bu iki fırka, henüz düşmanın batıda yeni bir durumda bulunan ikinci fırkası ile birleşti ve bir kuvvet oldu.
Bundan dolayı, artık yapılacak şey, düşmanın bütün kuvvetlerini İzmir’e çekilmekten, kuzeye ve herhangi bir yere gitmekten önlemek gerekti... Bunun için, verilen emre göre, Birinci Ordu, artık bütün bölükleriyle batıya yönelecek, düşmandan önce Dumlupınar mevzilerini tutacak ve batıya çekilmek isteyen düşmana taarruz edecek idi. İkinci Ordu böylece, kuzeyden aynı düşmana taarruz etmek üzere, ilerleyecek ve atlı fırkaları Muratdağı ile Kütahya, Gediz şosesi bölgesinde toplanacak, düşmanın kuzeybatıya çekilmesine engel olmak görevine devam edecekti. Döker yönünde hareket uygulamakta olan atlı fırkamızı söylemiştim. O da Altıntaş’a çekildi, diğer cephelerde, Eskişehir’de ve diğer yerlerde bütün bölükler verilen görevin yapılmasına devam edeceklerdi. Yani taarruzlarına devam ederek düşmanı durdurulacaktı...
- Okuma Sayısı: Bu yazı 11207 defa okunmuştur.