Atatürk'ün Hayatı - Mustafa Kemal'in Hayatı - 1881 - 1938


Atatürk'ün Hayatı - Mustafa Kemal'in Hayatı - 1881 - 1938: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal, 1881’de Selanik’te doğdu. Doğum günü bilinmemekle beraber soranlara ‘’Neden, 19 Mayıs olmasın?’’ dediği bilinmektedir. 19 Mayıs’ın, Türk Milletinin esaretten kurtulma gününün başlangıcı olması, bir doğum günü kabul edilemez mi? 19 Mayıs, öylesine müjdeleyici bir gündür ki, Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar giden sürecin başlangıcıdır.

Mustafa Kemal’in Ailesi

Annesi Zübeyde Hanım, Hacı sofu ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızıdır. Aile uzun yıllar önce Anadolu’dan gelip, Selanik’in göl bölgesine yerleşmişti. Zübeyde Hanım, sağlam karakterli, dinine ve ibadetine bağlı, sağduyu sahibi, gerçek bir hanımefendiydi. Babası Ali Rıza Efendi, çevresinde ‘Kırmızı Hafız’ lakabıyla öğretmen Ahmet Efendi’nin oğludur. Gönüllüler taburunda, üsteğmen rütbesiyle çalışmış, uzun yıllar, gümrük memurluğu yapmış daha sonra da kereste ticareti ile uğraşmıştı. Mustafa Kemal’in yetişmesinde öncelikli olarak anne ve babasının büyük rolü vardır. Ali Rıza Bey’in aydın görüşlü ve yeni fikirlere açık bir insan olması,

hanımına göstermiş olduğu sevgi, saygı ve anlayış, verdiği değer, aile arasındaki problemleri çözmedeki meziyet, Mustafa Kemal’in bakış açısını oldukça etkilemiştir.

Mustafa Kemal’in Okul Hayatı

Mustafa Kemal, okul çağına geldiğinde önce annesinin isteği doğrultusunda bir mahalle mektebine başlar. Birkaç gün sonra da, mahalle mektebinden ayrılarak Şemsi Efendi Mektebine kaydedilir. Bu geçişte, babası Ali Rıza Bey’in hanımı Zübeyde Hanımı da kırmadan, gösterdiği incelik ve zerafet vardır. Mustafa Kemal, henüz sekiz yaşındayken, en büyük destekçisi babası Ali Rıza Efendi’yi kaybetti. Zübeyde Hanım, bir süre zorlukları göğüslemeye çalıştıysa da sonunda, oğlu Mustafa ve kızı Makbule’yi alarak kardeşi Hüseyin Ağa’nın yanına gitti. Oğlunun tahsilinin yarım kalacağı endişesine kağılınca, teyzesinin yanına dönerek, Küçük Mustafa’nın tahsilini tamamlamasına gayret gösterdi.

Mustafa Kemal 1894’te Mülkiye Rüştiyesi’ne girdi. Ancak o asker olmak istiyordu. Annesinin rızasını almadan, okulunu yarıda bırakıp Askeri Rüştiye’ye kaydını yaptırdı. Askeri Rüştiye Mustafa Kemal’in hayatının dönüm noktası oldu. Aradığı her şeyi bu okulda bulmuştu. Zekası ve çalışkanlığıyla arkadaşları arasında hemen dikkat çekti. Bir gün öğretmeni ‘’ Sende bu yaşta böyle kemal var; senin adın Mustafa Kemal olsun.’’ der. Bu andan itibaren bu adla anılmaya başlanır. 1896’da Manastır Askeri İdadisi’ne giren Mustafa Kemal, elde ettiği okuma alışkanlığını bu okulda arttırırken merak ettiği birçok konuyu çok yönlü olarak düşünme ve araştırma imkânına sahip oldu.

Şiir, edebiyat ve hitabet dışında, özellikle tarihe karşı büyük ilgi duydu. Türk tarihi onun vazgeçilmez tutkusuydu. Türk tarihi ile ilgili yazılmış ne kadar eser varsa o çağlarda okumaya başladı. 1897’deki Osmanlı-Yunan Savaşı kendisini derinden etkiledi. Mustafa Kemal, okuldan kaçıp bu savaşa katılmayı arzu etmişti. Savaşa gidemeyişi içinde hep derin bir sızı olarak kaldı. 1899’da İstanbul’a gelerek Harp Okuluna girdi. 1902 yılında teğmen rütbesiyle bu okuldan mezun oldu. Daha sonra Harp Akademisini kurmay yüzbaşı olarak bitirdi. Harp Okulunda bazı arkadaşlarıyla tamamen el yazısı ile yazılan gizli bir gazete çıkardı. Ülke yönetiminin bozukluğu ülkenin iyi idare edilmemesi ve kurtuluş yolları henüz yirmili yaşlarındayken zihnini meşgul etmeye başlamamıştı.

Mustafa Kemal’in Askerlik Hayatı ve Katıldığı Savaşlar ve Kazandığı Başarılar

Harp Akademisi’nden sonra bütün hayatı savaşlar ve çetin mücadelelerle geçecekti. Ancak bu mücadeleler onu adım adım devlet kurmaya ve inkılâplar yapmaya doğru götürüyordu. Artık, kurmay yüzbaşı olmuştu ve aktif bir görev bekliyordu. Ne yazık ki görev beklerken tutuklandı. Onun fikirleri mevcut hükümet hakkındaki görüşleri saraya bildirilmiş, reşime karşı gelmesinden dolayı da tutuklanmıştı. Bu olay sonrası Şama gönderildi. Arkadaşlarına ‘’İmparatorluk yıkılmak üzere; yıkılmadan bir Türk devleti çıkarmak lazımdır.’’ Demişti.

Şam’daki günlerinde Namık Kemal’i yakından tanıma şansı buldu. Bu ünlü yazarın vatan ve hürriyet hakkındaki düşünce ve görüşleri Mustafa Kemal’i derinden etkiledi. Arkadaşlarıyla birlikte ‘Vatan ve Hürriyet Cemiyetini’ kurdular. Dernek öylesine ilgi toplamıştı ki Selanik’e de bir şube açtılar. Şam’da üç yıl kalan M. Kemal Makedonya’daki 3. Ordu’ya tayinini istedi. 3. Ordu Komutanı hakkında, olumlu izlenim edindiği bu genç subayı yanına danışman olarak aldı. Selanik’teki Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, İttihat ve Terakki adını almıştı. M. Kemal bu cemiyette de önemli görevler üstlendi.

23 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edildi. Güç ve kudret ittihatçıların eline geçmişti. Meşrutiyet M. Kemal’in kafasındaki hürriyet ve vatan sevgisini karşılamaktan uzaktı. Eski ardakaşlarıyla birçok noktada anlaşamadı. Böylece siyasi hareketlerden uzak durarak kendisini ve askerlik alanındaki eğitim çalışmalarına devam etti.

O günlerde İstanbul’da 31 Mart Olayı oldu. Meşrutiyete karşı yapılan bu ayaklanmada 31 Martçılar İstanbul’da ellerine geçirdikleri subay ve milletvekillerini öldürdüler. Ortalık kan gölüne dönmüştü. M. Kemal, Hareket Ordusu’yla

birlikte İstanbul’a girerek ayaklamayı bastırdı. Ayaklanmanın elebaşları yakalanarak, cezalandırıldı. Onun yıldızının giderek daha da parlaması İttihat ve Terakkicileri ürkütmeye balşadı. Kendisine verilen görevlerin üstesinden başarıyla gelmesi ve genç subayların ona karşı duyduğu hayranlık kıskançlık ve çekememezliklere sebep oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti kendi arasında bir karar alarak isteyenlerin orduda kalmasını parti ile uğraşacakların da kendileri ile birlikte hareket etmesini istedi. M. Kemal bu hareketin yanlış bir karar olduğunu yaptığı bir konuşmayla anlattı. İttihatçılarla yolları tamamen ayrılmıştı. Onu önce göz önünde tutabilmek için İsttanbul’a aldılar, İtalyanların Trablusgarp’ı işgali üzerine deTrablusgarp’a gönderildi. M.Kemal Derne ve Tobruk’da İtalyanları püskürttü. Burada gösterdiği başarılardan dolayı, Binbaşı oldu.

İstanbul’a döndüğünde Balkan Savaşı çıktı. Rumeli düşmüş Bulgarlar Çatalca’ya kadar gelmişlerdi. M.Kemal Gelibolu-Bolayır Akdeniz Boğazı Kuvvetleri Hareket Şubesi Müdürü oldu. Edirne’yi bulgarlar aldı. Ancak bu başarıyı ona mal etmediler. İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Enver Paşa ve İttihatçılar, Mustafa Kemal’i Sofya’ya askeri ateşe yaparak orada tuttular. Olaylar hızla gelişiyordu. 1. Dünya Savaşı patlak verince, M.Kemal Enver Paşa’dan aktif görev istedi.

Kendisine uzun müddet görev verilmedi. Israrlı isteklerinden vazgeçmemesi üzerine, Tekirdağ’daki 19. Tümen Komutanlığı’na tayin edildi. M. Kemal, 19. Tümeni adeta yeniden kurdu, teşkılatlandırdı ve savaşa hazır hale getirdi. Ancak o bölgenin savunması, ondan alınarak bir başka tümene verildi. M.Kemal’den de tümenini geriye çekmesi istendi. İtilaf Devletleri, Arıburnu’na asker çıkartmaya başladıklarında, sanki yer, gök askerlerle dolmuştu. Arıburnu’nu korumakla görevli tabur geri çekilmeye başladı. Hiç kimseden emir almadan geri çekilen taburu da savaşa iştirak ettirerek, kendi tümeniyle birlikde düşmanın iki tümenini tamamen imha etti.

Conkbayırı Savaşı Çanakkale Kara Savaşları’nın Bir dönüm noktası olmuştu. Conkbayırı, Anafartalar ve Arıburnu’nda bütün düşman taaruzları durdurulmuş, düşman kıpırdayamaz hale gelmişti. Bu üstün başarı Yarbay M. Kemal’i albay rütbesine terfi ettirdi. Çanakkale Savaşları, halk arasında dilden dile dolaşıyordu. Çanakkale’nin geçilmez olduğunu ispatı olarak, ordunun ve askerin maneviyatını yükselten M. Kemal bir efsane olarak anlatılıyordu.

M.Kemal, Rus ordularının ilerleyişini durdurmak üzere Rus cephesine gönderildi. Bu cephede rütbesi generalliğe yükseltildi. Rusların Anadolu içerisine girmesi engellendi. Diyarbakır’a yürümeleri durduruldu. Bitlis ve Muş ellerinden geri alındı. Ardından Hicaz’daki kuvvetlere komuta etmek üzere gönderildi. Şam’a geldiğinde çok geç kalınmış, İzgilizler Irak’a girmiş, Bağdat elimizden çıkmıştı. İstanbul’a Albay İsmet Bey’le birlikte hazırladığı bir raporu gönderdi. Rapor kabul görmedi. Daha sonra görevinden affını istedi. 2. Ordu Komutanlığı'na tayini çıkarıldı. O görevi de kabul etmedi.

İstanbul’a geldi. Veliaht Vahdettin ile birlikte, Almanya gezisine çıktı. Sultan Reşat’ın ölümü üzerine Vahdettin padişah oldu. M. Kemal de 7. Ordu komutanlığı’na atandı. Bu orduyu hiç zarar görmeden Şam’a geri çekti. Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, ordusu dağıtıldı. O da tekrar İstanbul’a döndü. İstanbul karmakarışıktı. İmparatorluk çökmek üzereydi. Güvendiği arkadaşlarına ve komutanlara Anadolu’dan başlatılacak bir mücadele için hazırlıklı olmalarını istedi. Anadolu’ya geçmesi gerekliydi. Sınıf Arkadaşı Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa, Rumların Karadenizdeki başkaldırılarını bastırmak amacıyla, M.Kemal’in olağanüstü yetkilerle görevlendirilmesini sağladı.

30 Nisan 1919’da M. Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak Sivas, Van, Trabzon, Erzurum ve Samsun bölgelerini teftişe görevlendirildi. Sivas’ta bulunan 3. Kolordu ve Erzurum’da Kazım Karabekir Paşa’nın emrinde olan 15. Kolordu, bu ordunun yetkisi içerisindeki kolordulardı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal ettiler. M. Kemal ve maiyeti 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile Samsun’a doğru hareket etti. Üç gün sonra yani 19 Mayıs 1919’da M. Kemal ve maiyeti Samsun’a ayakbastı. Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı günlerde Fransızlar Adana’ya İngilizler Urfa, Maraş, Antep ve Merzifon’a girmişlerdi. Antalya ve Konya’da İtalyan garnizonları vardı.

Ermeniler ve Rumlar kurdukları örgütlerle bu işgalleri körüklüyorlardı. İzmir’e giren Yunan ordusu, Batı Anadolu içinde bölgesel olarak kurulan kurtuluş örgütleri kendi bölgelerini kurtarma amacıyla direnişlere başlamışlardı. Bazı aydınlar, ya İngilizlere ya da Amerikanlara başvurarak, onların himayesine girmeyi uygun görüyorlardı. Osmanlı’yı belki bu şekilde kurtarabileceklerine inanıyorlardı. M. Kemal bu görüşlere katılmıyor, millet egemenliğine dayalı bağımsız bir Türk devleti kurulmasının şart olduğunu haykırıyordu.

Mondros sonrasında ordu dağıtılmış, silahını teslim eden askerler evlerine dönmüş, kimisi şehit olarak savaştığı topraklarda kalmıştı. M.Kemal henüz dağılmamış ordu birlikleriyle temas ederek, hep birlikte, ortak mücadele etme fikrini, telgraflar çekerek birliklere bildirdi. Yunanlılar, İzmir’den sonra, Aydın ve Manisa’yı da almış, Anadolu’ya doğru ilerleme başlamışlardı. M. Kemal’in önerisiyle, İstanbul ve Anadolu’da büyük gösteriler tertip edilmeye başlandı ve halk düşmanla mücadele etmeye çağırıldı. Bu hareketler etkisini hemen gösterdi.

Düzenlenen gösteriler sonrası, halk silahlanarak küçük çeteler halinde düşmanla çarpışmaya başladı. Bu hareketler, İstanbul hükümetini endişeye düşürdü. M. Kemal’i İstanbula çağırdılar. O, İstanbul’a gitmeyerek Amasya’ya hareket etti.Amasya’da 22 Haziran 1919’da bir genelge yayınlayarak yurdun bütünlüğünün tehlikede olduğunu, İstanbul hükümetinin acizlik gösterdiğini, milletin kendi kararını kendisi vererek direnmesi gerektiğini bildirerek, Sivas’ta Bir kongre toplanmasını ve bütün illerden 3’er temsilcinin Sivas’a gönderilmesini istedi.

Amasya Genelgesinden sonra M.Kemal önce sivasa geldi. Gerekli denetimleri yaptıkdan sonra Erzurum’a geçti. Erzurum’da 23 Temmuz 1919’da bir okul salonunda toplanan kongre, ‘’Milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür, asla parçalanamaz.’’ Kararını aldı. 14 gün süren bu kongre bağımsızlık ateşini körükleyen toplantıdır. 4 Eylül 1919’da ülkenin her köşesinden gelen temsilciler, Sivas’ta buluştular. 4 gün süren kongrede, Erzurum Kongresi'nde alınan kararlar onaylandı.

Artık, İstanbul hükümeti ile bütün ilişkiler kesilmişti. Temsilciler Heyeti'nin bütün ülkeyi temsi edeceği, Anadolu ve Rumeli’deki milli kurtuluş örgütlerinin birleştirilmesi karara bağlanıyordu. İtilaf devletleri, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı kapattılar. Yakaladıkları milletvekillerini Malta Adasına sürdüler. Dahası isyanlar ve işgaller bütün hızıyla sürmekteydi. Sivas’ta alınan kararlar gereği, Ankara’da hemen bir meclisin toplanması kararlaştırıldı. 23 Nisan 1920’de illerden gelen temsilciler, İstanbul Mebusan Meclisi'nden kaçan mebuslar, Ankara'da toplanarak TBMM’yi açtılar. Millet meclisi, başkanlığa M.Kemal seçti. Yaklaşık 1 yıl sonra düzenli bir orduya kavuşan ve toparlanan Türk milleti, Batı Cephesi Komutanlığına tayin edilen Albay İsmet İnönü’nün komutasında 9-10 Ocak 1921 1. İnönü’de arkasından 31 Mart-1 Nisan 1921’de 2. İnönü’de yunanlıları durdurdu.

M.Kemal, İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta ‘Siz orada yalnızca düşmanı değil, milletin makus giden talihini de yendiniz.’’ Diyerek, kazanılan zaferlerden duyulan memnuniyet dile getirdi. 23 Ağustos 1921’deki Sakarya Meydan Muharebesi tam 22 gün 22 gece süren bir destandır. Yunanlıların bütün direnci ve umudu Sakarya’da kırılmış, bir daha toparlanma imkânları olmamıştır. 19 Eylül 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi M.Kemal’e bu başarılarından dolayı ‘mareşal’ rütbesini ve ‘gazilik’ unvanını verdi. 1 Eylül 1922’de ‘’ Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! ‘’ diyen, M. Kemal, 26 Ağustos 1922’de başlattığı büyük Taaruz'u, 9 Eylül 1922’de İzmir’de tamamlayarak düşmanı denize döküyordu.

Artık savaşlar bitmiş, Ülke bütün düşmanlardan temizlenmişti. Savaşlarda kazanılan başarının yeni kurulacak olan Türk devletine yansıması ve bu devletin, çağdaş milletleri yakalayabilmesi için yapılması gereken düzenlemelere sıra gelmişti. 24 Temmuz 1923’te savaş sonrası Dışişleri Bakanlığına getirilen İsmet İnönü imazaladığı Lozan Antlaşması, yeni Türk devletinin sınırlarını çiziyor ve bağımsızlığımızı bütün dünyaya ilan ediyordu. Bu tarihten yaklaşık 9 ay 17 Kasım 1922’de önce son Osmanlı padişahı Vahdettin, bir İngiliz gemisine binerek, İstanbu’u terk etti. Lozan Antlaşması sonrası, 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilecek, M. Kemal’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçilecekti.

Atatürk’ün Yaptığı İnkılâplar

Cumhuriyetle birlikte, kurulan cumhuriyet hükümetleri, her alanda yenilikler, düzenlemeler ve inkılâplar yaptılar. Saltanatın kaldırılmasından sonra, 3 Mart 1924’te hilafet kaldırılarak, son Osmanlı halifesi abdülmecit Efendi yurt dışına çıkarıldı. Eğitim tamamen çağdışı yöntemlerle sürdürülüyordu. 3 Mart 1924’te Tevhid’i Tedrisat yani eğitimin birleştirilmesi yasası ile bütün eğitim kurumları birleştirilerek Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Bu yolla çağdaş ve laik eğitimin temelleri atıldı.

Diğer inkılâplara gelince: Tekke, türbe ve zaviyeler kapatıldı. Bunlara ait şeyh, pir, derviş, gibi unvanlar ve isimler yasaklandı. Çağdaş Dünyaya uygun Kılık ve Kıyafet Kanunu kabul edildi. Uluslararası ölçülere uygun takvim, saat, rakam ve ölçü birimleri kabul edildi. İsviçre kanunları esas alınarak, Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Arap harflerinden vazgeçilerek, Latifin alfabesiyle hazırlanan 29 harfli yeni alfabe, Harf İnkılâbıyla birlikte kabul edildi. Türk tarihini araştırmak ve geliştirmek amacıyla Türk Tarih Tetkik Cemiyeti kuruldu.

Cemiyetin adı, daha sonra Türk Tarihi Kurumu olarak değiştirildi. Dünyada ilk defa, kadınlara belediye seçimlerinde oy verme hakkı tanındı. Türk dilini geliştirmek amacıyla dil inkılâbı yapıldı. Lakap ve sülale adlarıyla anılan insanımıza büyük kolaylıklar sağlayan, soyadı kanunu kabul edildi. Yine dünyadaki birçok ülkeden önce, kadınlarımıza milletvekili seçme ve seçilme hakkı verildi. Bu inkılâpların devamında, eğitim ve ekonomi alanlarında bir dizi reformları gerçekleştirildi.

TBMM 17 Aralık 1934’te, cumhuriyetin kurucusu Gazi M.Kemal’e Türklerin atası anlamına gelen ‘ Atatürk ’ soyadını verdi.

Atatürk’ün Rahatsızlanması ve Ölümü

Savaştan savaşa, cepheden cepheye koşan, cumhuriyetin ilanından sonra, kurduğu devleti her yönden imar eden Atatürk, 1938 yılının Mart ayında güney illerini ziyaret ederken rahatsızlandı. Doktorların koyduğu teşhis sirozdu. Yurt dışına tedavi için gitme tekliflerini ‘’ Beni Türk doktorlarına emanet ediniz.’’ Diyerek geri çevirdi. 16 Eylül’de geçirdiği ilk kriz, milleti oldukça üzdü. 22 Ekim’de hastalık iyileşme belirtileri gösterdiyse de bu belirtiler, geçici belirtilerdi. 8 Kasım’da, rahatsızlığı daha da arttı. Ülkenin her köşesinde iyileşmesi ve tekrar ayağa kalkması için dualar ediliyordu. Atatürk için sancılı ve üzüntülü bekleyiş başlamış. Halk onun hakkındaki sağlık raporlarını dinliyor, aralarında tekrar dolaşacağı günün gelmesini bekliyordu.

10 Kasım 1938 Perşembe günü, saatler dokuzu bek geçerken vefat ederek aramızdan ayrıldı. Ağlayanlar, feryat edenler sokakları doldurmuştu. Kümse bu ölümüne inanmak istemiyordu. Milletini zaferden zafere koşturan, o eşsiz insan, o eşsiz lider, o eşsiz komutan, milletini boynu bükük olarak bırakıp gitmişti. Ona sadece Türk milleti değil, bütün dünya da Türk milleti ile beraber ağlamıştı.

Dolmabahçe Sarayı’ndaki katafalkta, 16 Kasım 1938’de halk akın akın gelerek, atasıyla son defa vedalaştı. 19 Kasım’da İstanbul’da yapılan tören sonrası, tabutu trenle Ankara’ya uğurlandı. 20 Kasım’da Ankaralılar atalarıyla vedalaştılar. 21 Kasım’da, yapılan devlet protokolü sonrası, aziz naaşı Etnografya Müzesi’ne konuldu.

Vefatından 15 yıl sonra 10 Kasım 1953’te, Rasattepe’de adına ve şanına uygun olarak yaptırılan Anıtkabir’e törenle taşındı. Atatürk, onu çok seven, unutmayan, daima izinde yürümekten gurur duyan milletin gönlünde sonsuza dek yaşayacaktır.

Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com – En Kapsamlı Atatürk Sitesi tarafından muhtelif Belirli Günler ve Haftalar ile TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Kitaplarından derlenerek oluşturulmuştur.

- Okuma Sayısı: Bu yazı 64200 defa okunmuştur.